A dan Z ye Psikolojik sorunlar 6

Obsesif Kişilik Bozukluğu

Temel nitelikleri mükemmeliyetçilik, düzenlilik ve katılıktır. Kararsızlık, olumlu duygularını ifade etme güçlüğü, yargılayıcı tutum, izlenen belirtiler arasındadır. Standartları yüksektir. Bu da kendine düşen sorumlulukları yerine getirmesini engeller. Devamlı ayrıntılar üzerinde kafa yorarlar.

Gereksiz yere ayrıntılar üzerinde durduğundan yaptığı davranışın asıl amacını saptırır veya unuturlar. Davranışlarının doğru, güzel, iyi, olumlu olması için çaba harcarken amaca yönelik davranışı yapacak gücü kalmaz. Başkalarını da kendisi gibi davranmaya zorlarlar. Bu sebeple anlamsız ve gereksiz yere ısrar ederler.



Obsesif Kompulsif Bozukluk

Birçok kişinin aşırı temizlik, titizlik, düzenlilik, eşya veya para biriktirme, simetriye önem verme, kapıyı ve ocağı kontrol etme gibi çeşitli takıntıları, kuruntuları, saçma bulduğu halde yapmak zorunda kaldığı davranış ve düşünceleri olabilir. Çoğunlukla bunlar önemli bir zaman kaybına veya ciddi bir sıkıntıya sebep olmazlar.

Ancak, bazı kişiler aşırı ve saçma buldukları halde bu davranış ve düşüncelerini tekrar tekrar yapmaya ve sürdürmeye devam ederler. Bu durum önemli oranda zaman kaybına yol açar, belirgin bir sıkıntı verir ve kişiyi zorlamaya, yaşamla, kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini bozmaya başlarsa, üzerinde durmak ve bunun ruhsal bir sorun olabileceğini düşünmek gerekir. Bu, psikiyatrideki adıyla obsesif kompulsif bozukluk-OKB (saplantı-zorlantı hastalığı) olabilir. Obsesyonlar (saplantılar), irade dışı gelen, kişiyi tedirgin eden veya sıkıntı veren, bilinçli bir çaba ile kovulamayan tekrarlayıcı düşüncelerdir. Kompulsiyonlar (zorlantılar) ise çoğu kez obsesif düşünceleri kovmak veya bu düşüncelerin verdiği sıkıntıyı azaltmak için yapılan ve istek dışı tekrarlanan davranışlardır.

Ocağı veya evinin kapısını kapatıp kapatmadığından emin olmayan (obsesyon) bir kişinin, tekrar tekrar kapıyı, tüpgazı kontrol etmesi (kompulsiyon), para veya herhangi bir eşyaya dokunduğunda elinin kirlendiğini obsesif bir şekilde düşünen bir kişinin el yıkama tutkusu (kompulsiyon) gibi davranışlar obsesif kompulsif bozukluğun en sık rastlanan örnekleridir.

Obsesyonlar (saplantılar, takıntılar): Endişe ve sıkıntıya yol açan, kişi tarafından saçma bulunan, inatçı ve zorlayıcı düşünce, fikir, dürtü ve hayallerdir.

Mesela insanların ellerinin kirli ve mikroplarla bulaşık olduğunu düşünen kişi birlikte yaşadığı insanlar için de aynı şeyi düşünmektedir.

Kişi bu düşüncelerin kendi iradesine bağlı olmadığını bilir. Temiz olduklarını bilse bile saçma bulduğu bu saplantı sürekli kafasını kurcalamaya devam eder.

Kişiler bu düşünce ve dürtüleri bastırmaya veya yok saymaya çalışırlar ya da bunları bir başka düşünce veya hareketle (yani kompulsiyonla) gidermeye çalışırlar.

Kişi bu takıntısını zihninden uzaklaştırmaya çalışır veya sık sık ellerini yıkar.

Kompulsiyonlar (zorlantılar): Tekrarlayıcı davranış veya zihinsel eylemlerdir.

Mesela tokalaşmakla ellerinin kirlendiğini düşünen bir kişi sürekli ellerini yıkar. Amaçları herhangi bir zevk veya mutluluk sağlamak değil obsesyona eşlik eden sıkıntıyı azaltmak ya da korkulan bir durum veya olayı engellemektir.

Aslında ellerini bu derece sık yıkamak kişinin hoşuna gitmemektedir, amacı elinin kirlendiğine dair olan sıkıntısını azaltmaktır.

Kompulsiyonlar açıkça abartılıdır ve amaçlandıkları şeyle aralarında mantıki bağlantı yoktur. Yani kişinin elleri yıkamaktan tahriş olmuştur ve bu derece el yıkamayı gerektirecek bir kirlenme söz konusu değildir.

BAZI OBSESYON VE KOMPULSIYON TÜRLERI
Bulaşma ve temizlik obsesyonları: Bulaşma obsesyonu olan kişiler genellikle mikropların, kirin, idrarın üzerlerine bulaşmasından korkarlar. Saatlerce kendilerini veya vücutlarının bir kısmını yıkayarak, kendilerini “bulaşmadan” korumaya çalışırlar. Hatta kendilerine bir şey bulaştıracağını düşündükleri şeylerden kaçarlar. Çevrelerindeki herşeyin bulaşık veya kirli olduğunu düşünürler. Temizlenmediği kaygısıyla saatlerce ve tekrar tekrar ev temizliği yaparlar.

Şüphe obsesyonları: Şüphe obsesyonu olan kişiler bir şeyi yapıp yapmadıklarından emin olamazlar ve bu nedenle yaptıkları şeyleri tekrar tekrar kontrol ederler. Böyle bir kişi sobayı söndürmüş dahi olsa söndürdüğünden emin olamaz ve defalarca sobayı kontrol etmek zorunda kalır. Kapıyı açık unuttuğuna dair şüphesi olan bir kişi sık sık kapıyı kontrol eder.

Düzen obsesyonları: Bu tür obsesyonu olan kişiler her şeyi tamamen sistemli ve doğru bir şekilde düzenlemeye çalışırlar. Birilerinin eşyalarına dokunmasına veya karıştırmasına direnç gösterirler.

Saldırganlık veya zarar verme obsesyonları: Çocuğa zarar verme veya cinsel hayaller bu türdür. Bu kişiler yapmayacaklarını bilseler bile çocuklarına zarar vermekten korkarlar ve bu korkularını engelleyemezler. Bu korkuyu hafifletebilmek için bazı şeyleri sabit sayıda yapmak zorunda hissederler (mesela mutfak lambasını 3 defa açıp kapamak gibi). Böylece, kendilerini veya aile üyelerini hayali bir tehlike ya da zarardan koruduklarına inanırlar.

Dini obsesyonlar: Aklına, istemediği halde, Tanrıya küfür düşünceleri gelir. Çoğunlukla bu tür obsesyonlar kişinin zihnine ibadet yaparken takılır. Kimileri bu yüzden sık sık duaları tekrarlar, tövbe ve ibadet eder.

Sayma obsesyonları: Bu kişiler düşündükleri ya da gördükleri sayıları saymaktan kendilerini alamazlar. Otomobil plakalarını, evlerin numaralarını, apartmanların kaç kat olduğunu sayarlar. Belli sayılar uğurlu, belli sayılar uğursuzdur. Uğursuz sayı akla gelince hemen uğurlusu ile uzaklaştırmaya çalışılır.

DIĞER ÖZELLIKLER
Pek çok kişi obsesyon ve kompulsiyonlarını ortaya çıkaran durum veya nesnelerden uzak durmaya çalışır (Örneğin, insanlarla tokalaşmaktan kaçınır.) Kişide sürekli tereddüt ve kararsızlık dikkati çeker. Bir şeyi kuralına göre yaptım mı yapmadım mı, yapsam mı yapmasam mı kararsızlıkları içinde ileri derecede bunalır ve kuşkularını yakınlarına tekrar tekrar sorarak onları yıldırırlar.

OBSESIF KOMPULSIF BOZUKLUĞUN SIKLIĞI
Yaklaşık 50 kişiden birinde OKB bulunmaktadır. Ancak birçok kişi; belirtilerinin çok hafif olması, hastalıklarını gizlemeleri, kimseye belli etmek istememeleri veya yıllarca süren hastalıklarını artık benimsemeleri nedeniyle hekime başvurmaktan kaçınır.

SEBEBİ
Biyolojik ve psikososyal birtakım etkenlerden söz edilmekle birlikte, tam olarak sebebi henüz anlaşılamamıştır.


Oedipus Kompleksi

Eski bir Yunan efsanesine göre, Oedipus, Thebes kralı Laius'un oğludur. Kâhinler, Laius ile eşi Jocasta'ya doğacak erkek çocuğun babasını öldürüp annesi ile evleneceğini söylemişlerdir. Kâhinlerin söylediklerinin gerçekleşmesini önlemek amacıyla, kral ve kraliçe bir oğulları doğar doğmaz yavruyu çobanlara verirler ve onun dağ başında bırakılmasını buyururlar.

Çocuğun emekleyerek canını kurtarmasına imkân vermemek için de topuklarından bir şiş geçirilerek ayakları birbirine bağlanmıştır. Ama, bebeğe acıyan çoban, kendisine buyrulanı yapacak yerde, onu Korinthli bir başka çobana vermiş ve çocuğu Thebes'den uzak bir ülkede büyütmesini söylemiş. Korinihli çoban Oedipus'u kendi kralına götürür ve zamanla kral çocuğu evlât edinir. Böylece Oedipus Korinth prensi olarak büyür. Kendisini kral ile kraliçenin öz çocuğu sanmaktadır Derken, bir rastlantı sonucu, alın yazısı hakkında kâhinlerin neler söylemiş olduklarını öğrenir ve bu alın yazısının gerçekleşmesini önlemek için Korinth'den kaçar. Yolculuğu sırasında Laius ile karşılaşır ve onun öz babası olduğunu bilmeden, onu öldürür. Daha sonra yolu Thebes’e düşer. Laius'un ölümünden sonra kralsız kalmış olan ülkeyi Sfenks adlı bir canavar kasıp kavurmakta, sorduğu bilmeceyi çözemeyen herkesi öldürmektedir.

Oedipus bilmeceyi çözerek canavarı güçsüz duruma sokar ve Thebes halkını kurtarmış olur. Thebes'liler Oedipus'u büyük törenlerle karşılayarak onu başlarına kral yaparlar. Böylece genç adam, kendi öz annesi olan kraliçe Jocasta ile evlenir ve ondan bir kaç çocuğu olur. Aradan uzun yıllar geçer ve bir gün Thebes'de büyük bir kıtlık başlar, korkunç olaylar birbirini izler durur. Oedipus, tanrıların öfkesinin nedenini öğrenmek için geniş araştırmalar yapar ve alın yazısı ile ilgili korkunç kehaneti bilmeyerek gerçekleştirdiğini anlar. Bunun üzerine kendi eliyle gözlerini oyar ve kentten kovulur.

İnsan davranışlarının bir takım çok önemli yanlarını açıklama amacıyla Freud'un neden «Oedipus Kompleksi» terimini kullandığını anlamak için, efsanenin bazı öğeleri üzerinde dikkatle durmak gerekir. Oedipus tüm çabalarına karşın alın yazısını değiştirememiştir. Bilmeyerek babasını öldürüp annesiyle evlendiğini anlayınca gözlerini oymuştur. Freud'a göre bu davranış, sembolik olarak hadımlaşmayı ifade etmektedir, yani Oedipus suçunu cezalandırmak amacıyla kendi erkekliğini yok etmektedir.

Freud, bu efsanenin bir çok yanlarının az ya da çok evrensel olduğunu ileri sürmüştür. Hemen hemen tüm insan toplumlarında, anne ile oğlun ve de baba ile kızın arasında cinsel ilişkiler bulunmasının en korkunç suçlardan biri sayıldığına işaret etmiştir. Bu tür ilişkiler Batı toplumlarında yasalara aykırı olup cezalandırılmaktadırlar. Bir çok kişiler, ana oğul ya da baba kız cinsel ilişkisinin eşine rastlanmayacak kötü bir davranış olduğuna inanırlar. Evet ama, eğer bu doğruysa, eğer bu tür davranışlar herkes tarafından nefretle karşılanıyorsa, bu gibi olayları önlemek için neden bu denli çok ve çeşitli tedbir alınmaktadır?

Freud'a göre, toplumun ana oğul, ya da baba kız cinsel ilişkilerini bu denli suçlaması, bu denli nefretle karşılaması, aslında bu tur ilişkiler kurma isteğinin kişinin bilinçaltına ne denli derinden yerleşmiş olduğunun bir ifadesidir.

Freud, vardığı sonuçların ne denli "apaçık ortada" olduğunu tanıtlamak için mitolojiden, dünya edebiyatından ve de ilkel toplumlardan bir çok örnekler göstermiştir. Bununla birlikte, insan davranışlarının derin ve gerçek nedenleri, ve de Oedipus Kompleksinin kaçınılmazlığı konusundaki çok önemli bulguları daha başka kaynaklara dayanmaktadır. Bu konudaki ilk ipuçlarını, ruh bilim tarihinde çığır açan ilk psikanaliz çalışmaları sırasında doğrudan doğruya hastaları üzerinde yaptığı gözlemlerden elde etmiştir. Hastalarının hemen hemen hepsi aynı hikâyeyi anlatmışlar, çocukluklarında karşı cinsten olan ebeveyn tarafından baştan çıkarıldıklarını öne sürmüşlerdir. Freud önceleri bu hikâyelere inanmış ve nevrozların nedenini çocuklukta başa gelen bu olaylara bağlamıştır.


Ama, zamanla, bu "baştan çıkarma" olaylarının gerçek olmayıp hastaların kendi uydurdukları hayaller olduğunu anlamıştır. İddiaların hayal ürünü olmaları, bunların önemini azaltmak bir yana, tersine çoğaltıyordu. Bu gerçeği pek iyi bilen Freud, bu geniş kapsamlı duyguların, bu gizli kalmış çocukluk isteklerinin, kişiliğin daha sonraki gelişmesinde oynadıkları rolü incelemeğe koyulmuş ve çok önemli sonuçlara varmıştır. Kişiliğin gelişiminde, Oedipus çağının evrensel olduğunu, normal ve sağlıkla kişilerin de bu çağı geçirdiğini, bunun yanında, yetişkinlerde görülen nevrozların ilk çıkış noktası olarak çok önemli bir yer tuttuğunu ileri sürmüştür.

Ortaya koyduğu genel kişilik gelişimi kuramının, ve özellikle Oedipus Kompleksi kuramının tüm toplum ve kültürler için geçerli olduğu kanısına varmıştır. Bir takım antropologlar bu iddiaya karşı çıkmışlardır. Pek olağandır ki, Freud'un tanımladığı biçimde beliren bir Oedipus Kompleksi ancak ana, baba ve çocukların küçük bir aile grubu halinde uzun yıllar bir arada yaşadıkları toplumlarda —yani özellikle Batı toplumlarında— görülebilir.

Bir çok ana babalar ve de üç ile altı yaş arasındaki çocukları sürekli olarak gözlemek fırsatını bulanlar, bu yaslardaki erkek çocukların babalarının yerini almak için ellerinden geleni yaptıklarını fark etmişlerdir. "Baba" rolünü oynayan çocuklar çoğu zaman güçlü ve küstah bir tavır takınırlar Gündüzleri, elinde tabancası "seni bununla vuracağım, öldüreceğim" diye oradan oraya koşan bir çocuğun, gece yarısı turlu korkular içinde uyanıp, ana babasının yatak odasına koşabilir, ya da çığlıklarla onları kendi yanına çağırarak zavallı ebeveyninin gece uykularını bebeklik günlerinden daha beter bozabilir.

Sık sık yenilenen kâbusla, ve ana babanın yatağını paylaşmak isteği bu yaşlarda pek sık görülen olaylardır. Küçük bir erkek çocuğun annesine, "Ben sahici kocaman babayım, sen de annesin, bu ayıcık da çocuğumuz. Şimdi ben işe gidiyorum.." ya da "Bak, benim pipim ne kocaman!" gibi şeyler söylediği oldukça sık duyulmuştur. Üç ile altı yaşlar arasındaki dönem, Edipal dürtülerin ilk belirdiği ve de en güçlü olduğu dönemdir.

Çocuk, doğduğu günden beri annesi ile çok yakın bir ilişki içinde kalmış, onu tek gerçek dayanak olarak görmüştür. Ayrıca, annesinin kendisinden ayrı ve de değişik (çünkü annenin penisi yoktur) bir kişi olduğunu iyi bilmektedir. Annesinden değişik olarak, babasının ve kendisinin birer penisi vardır. Çocuk üç yasma gelinceye dek gelişiminin iki önemli dönemini atlatmıştır. Bunlardan ilki «oral» (ağız) dönemidir. Bu çağda, çocuğun en önemli ilgi merkezi ve de dış dünya ile bağlantıları ağız yoluyla olmuştur. Oraldan sonra gelen «anal» çağında ise çocuğun dikkati dışkısının meydana geliş ve meydana çıkışına çevrilmiştir. İki buçuk uç yaşlarına gelince de çocuk penisiyle aşırı derecede ilgilenmeye ve bundan özel bir gurur duymağa başlar. Gene bu yaşlarda ilk kez mastürbasyon yapmağa başladığı ve de bundan çok açık bir coşku ve tat duyduğu görülmüştür. Çocuk hâlâ annesine çok yakındır. Ve de şimdiye değin ona karşı duymuş olduğu sevgi, çok derin ve güçlü bir tutkuya çevrilir.

Cinsel organları çevresinde yeni yeni duymağa başladığı coşku ve tat da annesine karşı duyduğu tutkuya karışır; yani bu iki duygu birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Çocuk, bu yaşlarda, annesinin yalnız kendisine ait olmasını, yalnızca kendisini sevmesini ister; bu yüzden de içinde bir büyüme, baba olma isteği belirir. Ana babasının, kendi odalarında yalnız kaldıkları zamanlar neler yaptıkları konusunda tam bir bilgisi olmayabilir. Ama, gene de onların yaptıklarının ilginç ve coşkulu olduğunu fark eder ve kendisini içine almayan şu «büyükler dünyası»nın coşkuları ile kendi cinsel coşkuları arasında bir bağlantı kurar. Bebeklere karşı ilgisi artar bunların nereden ve nasıl geldiklerini merak eder. Bu konularda doğrudan doğruya sorular sormayabilir, ama gene de çocuğun en meraklı çağlarıdır bu yaslar. Cinsellik ile ilgisi olmayan bir çok konularda yüzlerce soru sorar ve de aldığı karşılıkları hiç bir zaman tam anlamıyla beğenmez. Bunun nedeni, asıl kendisini ilgilendiren konular hakkındaki merakını açık açık ortaya koyamayışıdır.

Annesine olan tutkusu ve onun sevdiği tek kişi olmak isteği yüzünden rakiplerini ortadan kaldırmak ister. Rakip saydığı kişiler babası ve de (eğer varsa) kız ve erkek kardeşleridir. Ama, babanın anne ile olan özel ve öbürlerine oranla daha gözde ilişkisi, çocuğun kıskançlık ve yıkıcı duygularının en çok baba üzerinde toplanmasına neden olur. Bunun yanında, babasına karşı duyduğu kıskançlık, öfke ve onu ortadan kaldırma isteği, gene babasına karşı duyduğu sevgi, hayranlık ve güven duyguları ile bir çelişkiye yol açar. Bir yandan da babasına olan şiddetli olumsuz duygularının kendisine karşı ters bir tepki yaratacağından, yani babasının kendisinden öç almaya kalkacağından ya da, hiç olmazsa, kendisini artık sevmeyeceğinden korkar. Alınabilecek öçler arasında onu en çok korkutan, pek değerli penisinin elinden alınmasıdır. Çevresinde penise sahip olmayan kişiler (yani anne ve küçük kızlar) görmektedir. Onları gördükçe, günün birinde kendi penisinin de elden gidebileceği kanısına varır

Çocuk, cinsel organlarından elde ettiği coşku ve zevki annesine karşı olan tutkusuna ve ona sahip olma isteğine bağladığı için, öç almak isteyen bir babanın işe en önce cinsel organlardan başlayacağına inanmaktadır. Bu korkular, kendisini mastürbasyon yaparken yakalayan ana ya da babasının «Pipinle oynama, sonra düşen) ya da «Şimdi kesersem görürsün» şeklinde verdikleri gözdağları ile daha da çoğalır. Bir çocuğun annesine karşı, tutkusu ne denli güçlü olursa, babasına karşı beslediği düşmanlık duyguları o denli derin ve dolayısı ile hadım olma korkusu o denli fazla olur. Kendi yıkıcı isteklerini babasına yüklemekte olduğundan, babasının kendisine kızmakta haklı olduğunu da pek iyi bilmektedir.

Bu arada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Yukarda sözü geçen duygular son derece derin ve şiddetli olmakla birlikte, çocuk hiç bir zaman yetişkinlerin düşünebileceği biçimde "Annemi istiyorum.. Keşke babam ölse" diye düşünmez. Ama gene de bu duyguların az çok farkındadır ve konuşma sırasında bunları açığa vurabilir. Örneğin babasına açık açık «Seni öldüreceğim» bile diyebilir. Kendi kendine oynadığı oyunlar ve de bir takım davranışları içinden geçenleri dolaylı olarak ortaya koyabilir. Gece yarısı uyanıp ana babanın yanına koşma olaylarının en çok bu çağlarda görülmesi basit bir rastlantı değildir. Çocuk, ana babasının arasında, kendisini dışarda bırakan bir takım olaylar geçtiğini bilmekte ve bundan kıskançlık duymakta, tedirgin olmaktadır.

Bu konuda bir örnek vermek belki yerinde olur. Ancak, Oedipus Kompleksinin her zaman bu biçimde belirmeyeceğini unutmamak gerekir. Dört yaşında olan X, bir süreden beri açık açık mastürbasyon yapmaktaydı. Ana babası bu konuda ne ona ne de birbirlerine bir şey söylememişlerdi. Derken, bir akşam, X'in babası birdenbire oğluna dönerek, pipisiyle oynamamasını bağırarak söyledi. Adam neden bu denli sert bir tepki gösterdiğini, neden bağırdığını kendisi de anlamamış ve sonradan bayağı üzülmüştü. X, bir süre acı acı ağladı, sonra yatıştırılarak yatırıldı.


Bir kaç hafta sonra, her gece korkulu düşler görerek, ağlayarak uyanmağa başladı. Annesi odasına gidip çocuğu yatıştırır, kimi zaman da babası giderdi. Ama, X tam olarak uyanmadan yanına babası geldiği zamanlar, çocuk daha beter bağırmağa ve annesini çağırmağa başlıyordu. Neden bu denli korktuğu kendisine sorulduğu zaman, odasına ikide bir korkunç bir canavarın girdiğini ve en sevdiği oyuncaklarını çaldığını söyledi. Annesi onu yatıştırmak için kucağına aldığında X'in sıkı sıkı penisine yapışmış olduğunu, ama biraz sonra rahatlayarak bıraktığını fark etmişti. Uykuya dalmak üzere olduğu zamanlar da annesine sıkı sıkı sarılıp, onun kolları arasında sallanarak uyuyordu.

X'in babasının gösterdiği sert tepki, çocuğa, bilinçaltı korku ve isteklerinin gerçek olduğunu tanıtlamıştı. Bu da onun üzerinde çok büyük bir etki yapmış ve düşlerinde kendisini göstermişti. Çocuğun düşündeki «canavar» aslında babası, çalman oyuncaklar da hadım olma korkusunun bir belirtisidir. X'in ana babası, açık kafalı, bilgili kimselerdi. Edipal çatışmaların niteliğini biliyor ve bunların her çocukta görülen olağan duygular olduklarını, her çocuğun normal olarak mastürbasyon yapacağını kabul ettiklerini sanıyorlardı. Ancak, ana babanın içinde de açıkça söylemedikleri bir takım tedirginlikler vardı; oğullarının Edipal duygularından ve de mastürbasyon yapmasından kaygılanıyor, ona karşı nasıl davranacaklarını pek iyi kestiremiyorlardı. Bir yandan durumu hoşgörü ile karşılamak, anlayışlı davranmak gerektiğini düşünüyor, bir yandan bunu yapmaktan korkuyorlardı. Özellikle baba, çocuğun bu tür davranışlarına bir son vermek gerektiği kanısındaydı.

Genel olarak, Oedipus Kompleksi, çocuğun kendi cinsinden olan ebeveynini yansılamaya başlaması ile çözümlenir. Bir yandan pek değerli saydığı cinsel organını, öte yandan da babasının sevgisini kaybetme korkusu içinde olan erkek çocuğu için tek çözüm yolu, ne yapıp yapıp annesine karşı olan tutkusunu yenmek ve de elinden geldiği kadar babasına benzemeğe çalışmaktır. Yansılamak demek yalnızca benzetlemek (taklit etmek) demek değildir; işin içinde aynı zamanda «introjection» denilen kavram vardır.

Çocuk, babasının görüntüsünü, davranışlarını sanki emer ve kendine mal eder. Hattâ, daha da ileri giderek, babasının kendi kendisine uyguladığı yasakları ve ölçüleri bile benimser. Bu dönem, çocuğun kendi vicdanının da biçimlenmeğe başladığı dönemdir. Oedipus çağından önce çocukların ilkel bir vicdanları vardır; yani, dürtülerine aykırı gelen bir şeyi yapmaları gerektiği zaman, bunu «doğru» olduğu için değil de, dışardan gelecek bir cezanın korkusuyla yaparlar.

Erkek çocuk, Edipal duygularını çözümlediği zaman, doğru ile yanlışı da ayırt etmeğe başlar. Bu «içten gelen ses» ana babası ya da yetkili bir başka kişi yanında olmadığı zamanlarda bile yapması ya da yapmaması gereken şeyleri kendisine bildirir.

Sorumluluk duygusu geliştikten sonra ve de yaşının büyümesi dolayısı ile çocuğun ilgileri evinden çok dışarda kurduğu arkadaşlıklara ve okul dünyasına yönelince Edipal duygular ikinci plana düşer. Gene aynı yaşlarda (altı ya da yedi yaş) cinsel gerilim ve mastürbasyonda bir azalma görülür. Buluğ, çağından hemen sonra, cinsel dürtüler yeniden kendini göstermeğe başladığında, Edipal duygu ve dürtüler de kısa bir süre için yeniden birinci plana geçebilir.

Freud'un kuramına göre, her erkek çocuğu bu dönemi geçirir ve de Oedipus Kompleksinin izleri gerek normal, gerekse nevrotik tüm yetişkinlerde görülür. Ancak, bu kompleksin çözümleniş derecesi kişilerin normal, nevrotik ya da ikisi ortası olmalarında etkendir.

Freud, bir gelişim döneminden ötekine geçerken kişilerde meydana gelen değişimleri tanımlamak için «işgal orduları» deyimini kullanmıştır. «İşgal orduları» olarak nitelenen şey, kişinin, belirli gelişim noktalarında istenmeyen dürtüleri bilinçaltına itmek üzere kullandığı psişik enerjidir. Örneğin, Oedipus Kompleksinin baskı altına alınması kesin olarak gereklidir. Normal bir kimse bu dürtüleri baskı ve kontrol altında tutmak için yalnızca bir kaç bölük asker bırakır; ordunun geriye kalan bölümü yoluna devam eder. Ancak, çok güçlü duygusal çatışmalar sırasında bu ordunun geriye çekilmesi söz konusu olabilir.

Ruhsal problemleri olan bir kişi ise ordusunun büyük bir bölümünü Oedipus çizgisi üzerinde bırakmak zorundadır; yola devam eden asker sayısı çok azdır. İşte bu minik ordu, en küçük bir güçlükle karşılaştığı anda geri çekiliverir. Freud, en belli başlı nevrotik özelliğin Oedipus çizgisini aşamama hali olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca, tüm nevrozların ve de hemen hemen herkeste bulunan bilinçaltı suculuk duygusunun temel olarak Oedipus Kompleksine dayandığını savunmuştur. Ancak, daha önceki gelişim dönemlerinde ortaya çıkabilecek güçlüklerin Oedipus dönemini etkileyebileceklerini ve de kompleksin başarı ile çözümlenip çözümlenmeyeceği konusunda önemli bir rol oynayabileceklerini kabul etmiştir.

Y, kendisini pek çok severi ana babasının tek oğluydu. Babası, sert davranışlı, iyi tanınmış bir avukat, annesi ise zeki, okumuş ve de biraz çekingen ruhlu bir insandı. Y'nin babası işi dolayısı ile sık sık yolculuğa çıkar, belirli süreler evden uzak kalırdı. Bu zamanlarda Y'nin annesi oğlunu geceleri yatağına alırdı. Normal olarak kocasına anlatması gereken günlük sorunları, güçlükleri, kocasının yokluğu dolayısı ile oğluna anlatırdı. Y, ciddi, sessiz, uysal bir çocuktu ve yaşına göre çok olgundu.

Daha iki yaşındayken yatağını ıslatmaktan vazgeçmiş olmasına karşın, beş yaşlarında kadarken yeniden geceleri yatağını ıslatmağa başlamış, bu durum on yaşına değin devam etmişti Okul durumu iyiydi, ancak fazla spor yapmaz ve de arkadaş bulmakta biraz güçlük çekerdi. Üniversite çağına eriştiği zaman genç kızlarla gezmeğe başladı, ama cinsel ilişki kurmağa kalktığı zaman cinsel kudreti olmadığını gördü. Derken, öğreniminde de güçlüklerle karşılaşmağa başladı Sınıfta sık sık baş dönmesi krizleri geçiriyordu Sonunda bir hekime baş vurmak zorunda kaldı.

Aile yaşamının özel durumu yüzünden Y, Oedipus Kompleksini çözümleyememişti. Doğuştan, biraz fazlaca duygulu bir çocuktu. Annesinin farkında olmadan kendisini babasının yerine koymuş olması, çocuktaki Edipal dürtüleri güçlendirmiş, dolayısı ile de babası tarafından hadım edilme korkusunu artırmıştı. Babasının sık sık evden uzak kalması durumu daha da kötüleştirmişti. Bilinçaltındaki penisine zarar gelmesini önlemek isteği onu, babası yerine annesini yansılamağa zorlamıştı. Geceleri yatağını ıslatması ise gene annesine karsı olan gizli tutkusunun doyurulması ve de mastürbasyon yerme geçmekteydi. Daha sonra kadınlarla olan cinsel ilişkilerinde cinsel erkini kullanmaktan korkuyordu. Çünkü, bir yandan annesine ihanet etmiş olacağını düşünüyor, bir yandan da gerçek bir cinsel birleşmeye giriştiği takdirde penisini kaybedeceğini sanıyordu. Bu konudaki kaygıları gittikçe artmış ve en yüksek noktaya eriştiklerinde diğer alanlarda (okul yaşamında) da kudretsiz kalmıştı.

Bütün çözümlenmemiş Oedipus Kompleksleri Y'nin durumunda olduğu gibi korkunç sonuçlara yol açmayabilir. Ama, tüm yeteneklere sahip olduğu halde çalıştığı alanda gereken başarıyı gösteremeyen erkeklerin büyük çoğunluğu iyi çözümlenmemiş Edipal duygular içindedirler. Bilinçaltı, iş alanında gösterilebilecek başarıyı, babanın yerini almak ve onun gücüne sahip olmakla eşit tutabilir, böylece hadım olma korkusu başarıya engel olur.

Erkek çocuğun anası ile olan ilişki ve bağları, yetişkin çağa geldikten sonra evlenmek üzere eş olarak seçeceği kadının niteliklerini büyük ölçüde etkiler, ama kişi genel olarak yaptığı seçimin nedenlerinin bilincine varamaz. Erkeğin karısı ile annesi arasında aşırı bir kıskançlık ve geçimsizlik olduğu zaman (şu ünlü kaynana derdi), bunun köklerini Edipal nedenlere bağlamak çoğu zaman mümkündür. Anne «rakibini» kıskanabilir ve oğluna doğru dürüst bakmadığı gerekçesiyle gelinine söylenebilir. Ayrıca, oğlun annesine aşırı derecede bağlı olması evlilik yaşamında türlü güçlükler yaratabilir.

Çocuğun Oedipus Kompleksini çözümlemekte gösterdiği başarı derecesi bir çok unsurlara bağlıdır. Bebeğin doğuştan getirdiği iç yapı önemlidir, dürtülerinin güçlülük derecesi önemlidir. Ana babanın kendi öz Edipal isteklerini çözümlemekte başarıya ulaşıp ulaşmamış olmaları, çocuğun bilinçaltını etkiler. Bu çağlarda çocuğun davranışlarına aşırı tepki göstermek zararlıdır. Çocuğa karşı aşırı derecede sert ya da aşırı derecede yumuşak ve sevgili davranan ana babalar, onun duygularını çözümlemesini değişik yönlerden zorlaştırırlar.

Bununla birlikte Oedipus çağındaki çocuklara karşı nasıl davranmak gerektiği konusunda kesin kuralar ortaya koymak doğru değildir. Üstelik ana babanın bu konuda aşırı derecede kaygılanmaları da yersizdir. Kişi oğlunun şaşılacak derecede dayanıklı olduğunu unutmamak gerekir; büyük çoğunluk, çocukluk yıllarını genel gelişimine büyük zararlar gelmeksizin atlatır.


Oligofreni

Ussal yeteneklerin gelişimindeki gecikme, ya da yetersizle veya eksiklik. Ussal yetersizlik doğuştan olabileceği gibi, daha sonra yakalanılan bir beyin hastalığının (yapısal bozukluk, zehirlenme, bulaşıcı hastalıklar, travma) sonucu da oluşabilir.

Sık görülen oligofreni türleri şunlardır: Aptallık, mongolizm, fenilprüvik oligofreni (ussal yetersizlik ve sidikte aşırı miktarda asit fenilprüvik kaybıyla ortaya çıkan kalıtsal bir oligofreni türüdür). Oligofreni ağırlığına göre hafif, orta ve ağır olmak üzere üç türe ayrılır. Bu türler zeka testleriyle saptanır. Hastada ayrıca aşırı heyecan karakter vBulletin. rahatsızlıkları görülebilir. Eğer hastalığın nedeni ussal gelişmedeki gecikme ise veya hasta uygun pedagojik yöntemlere duyarlılık gösteriyorsa tedavi olumlu sonuç verebilir.

Hafif oligofreni türlerinde, doğal yeteneklerin yeterince gelişmemesi (görme, işitme bozuklukları vBulletin.) sonucunu doğuran etkenlerin giderilmesini amaçlayan bir tedavi uygulanır. Orta veya ağır türlerde ise özel bir eğitimle küçük çocuğun yetenekleri yavaş yavaş geliştirilir. Ağır türlerde hastanın genellikle özel kurumlarda eğitilmesi en iyi sonucu verir.


Otizm

Kişinin kendi kendini aldatarak gerçeklerden kaçması, kendini herkesten ve herşeyden uzak bir dünyada yaşamaya zorlaması, düş dünyasında yaşaması. Bu kişiler cinsel yaşantılarında düşler ve kendi yarattıkları konular ile. ilgilenirler. Bu ruhsal bozukluk histeri ve şizofreninin başlangıcı sayılabilir.

Belirtiler:

1. Sosyal etkileşimde yetersizlik:
a) Göz kontağında sınırlılık: Pek çok kişinin göz kontağı kurduğu durumlarda göz kontağı kurmamak ya da çok kısa sürelerle göz kontağı kurmak.

b) Ortak ilgide sınırlılık: Başkasının işaret ettiği yere bakmakta ya da başkasının dikkatini belli bir yere çekmekte yetersizlik.

c) Başkalarının yaptıklarına karşı ilgisizlik: Aynı ortamı (evi, odayı, dersliği vBulletin.) paylaşan çocukların ya da yetişkinlerin ilgi gösterdikleri davranışlara karşı ilgisizlik. Örneğin; annenin odaya girip çıkması, kardeşin ağlaması, eve konuk gelmesi. Ayrıca, kendisine yöneltilen iletişim girişimlerini karşılıksız bırakmak (örneğin,seslenildiğinde duymuyormuş gibi davranmak).

d) Diğer çocuklarla etkileşmede isteksizlik: Yaşıtlarla ya da kardeşlerle etkileşimde bulunmamak ve onlardan gelen etkileşim girişimlerini geri çevirmek.

e) Yalnızlığı yeğlemek: Yemek yemek ya da TV izlemek gibi, çoğu bireyin başkalarıyla birlikte yapmaktan hoşlandığı şeyleri tek başına yapmayı yeğlemek; yalnızlıktan hoşlanmak.

f) Başkalarının duygularını anlamada yetersizlik: Başkalarının sevinç, üzüntü, kızgınlık vBulletin. duygu gösterimlerine uygun tepkilerle karşılık vermemek.


2. İletişim ve oyunda yetersizlik:
a) Dil ve iletişim sorunları: Dil gelişimi geriliği, konuşma zorluğu, sıra dışa konuşma özellikleri, gereksinimlerini ifade edememek, iletişim başlatamamak gibi önemli dil ve iletişim sorunları göstermek. Dil ve iletişim sorunları bu bölümün ilerleyen sayfalarında ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.

b) Vücut dili kullanımında sınırlılık: Vücut dilini, çevredeki diğer kişilerin kullandığına benzer şekilde kullanamamak; söylenenler ile jest ve mimiklerin uyuşmaması.

c) Hayali oyunda gerilik: Sembolik (temsili) ve işlevsel (nesneleri gerçek işlevleri doğrultusunda kullanarak oynana) oyunları hiç oynamamak ya da yaşıtlarına kıyasla çok daha beceriksizce oynamak.

3-Takıntılar:
a) Nesne takıntıları: Nesnelerle sıra dışı şekillerde etkileşmek. Örneğin; nesneleri yerde döndürüp seyretmek ya da seslerini dinlemek, nesneleri sıraya dizmek, bir nesneyi sürekli olarak açıp kapatmak, nesneleri havaya kaldırıp göz ucuyla bakmak, nesneleri koklamak ya da yalamak.

b) Hareket takıntıları: El çırpma, sallanma, koşma, zıplama, dönme gibi yinelemeli davranışları uzun sürelerle yapmak.

c) İlgi takıntıları: Bir ya da birkaç sıra dışı konu ile aşırı derecede ilgilenmek ve sürekli bu konularda uğraşlarda bunmak; okumak, konuşmak ya da araştırmak. Örneğin; bilgisayarlar, uçak kazaları, yılanlar.

d) Düzen takıntıları: Günlük yaşamda belli işleri belli şekillerde yapma konusunda aşırı ısrar etmek ve düzen değişikliklerine ya da aksamalarına karşı aşırı tepki göstermek. Örneğin; okula her zaman aynı yoldan gidip gelmek, yemeği hep aynı tabaktan yemek, sürekli olarak aynı giysiyi giymek.

4. Diğer belirtiler:
a) Bazı duygularda aşırı duyarlık: Görme, işitme, tat, koku ya da dokunma duyularının bazılarında ya da tümünde aşırı derecede rahatsız oldukları saptanmıştır.

b) Acıya karşı duyarsızlık: Düşme, çarpma, yaralanma durumlarında can acısı tepkisi göstermemek.

c) Uygun olmayan gülmeler/kıkırdamalar: Bağlama uygun olmayan ve nedeni anlaşılamayan biçimde gülmek ya da adeta gıdıklanıyormuşçasına kıkırdama sesleri çıkarmak.

d) Kendine ya da çevreye yönelik saldırganlık: Kendine, başkalarına ya da eşyalara yönelik vurma, ısırma, tırmalama, atma, devirme, kırma vBulletin. saldırganlık davranışları göstermek.

e) Öfke nöbetleri: Aniden başlayan hırçınlıklar. Bu hırçınlıklar; ağlama, bağırma, tepinme vBulletin. davranışlarla kendini gösterir ve farklı şiddet ve sürelerle görülebilir.

f) Aşırı hareketlilik ya da hareketsizlik: Ortamdaki diğer kişilerin oturduğu durumlarda gezinmek ya da oturup-kalkıp durmak gibi aşırı hareketlilik sergilemek; ya da, hareket etmeyi (örneğin; kalkmayı, yürümeyi, dolaşmayı) gerektiren durumlarda yerinden kıpırdamamak.

g) Tehlikeler karşısında duyarsızlık: Bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığında (örneğin, karşıdan karşıya geçerken hızla bir araba geldiğinde) hiçbir tepki göstermemek.

h) Kas gelişiminde tutarsızlık: Bazı becerilerde, diğer becerilere kıyasla çok daha ileri ya da geri olmak.

DİL GELİŞİMİ VE İLETİŞİM ÖZELLİKLERİ
Otistik özellik gösteren bireylerde, iletişim ile ilişkili iki alanda önemli yetersizlikler görülür. Bu alanlar, ortak ilgi ve sembol kullanımıdır. Ortak ilgi yetersizliği, bir başkasına dikkati yöneltmede, kişiler ve nesneler arasında bakış kaydırmada, başkalarıyla duygu paylaşmada ve başkalarının dikkatini belli konular üzerine çekmede sorunlarla kendini gösterir.

Otistik özellik gösteren ve belli düzeyde konuşma becerilerine sahip bireylerde, genellikle, sözel dil becerileri, sözel olmayan dil becerilerinden daha geridir. Önemli bir bölümünde, yazılı dil erken yaşta gelişirken, sözlü dil gelişiminde gecikmeler olur. Ayrıca, normal dil gelişiminde alıcı dil daha önce gelişirken, otistik özellik gösteren bireylerin önemli bir bölümünde, ifade edici dil daha önce gelişir.

Otistik özellik gösteren bireylerin çoğunda, sessel (fonolojik) ve söz dizimsel (sentaktik) gelişim yavaştır; ancak, normal dil gelişimi özelliklerine paraleldir. Anlamsal (semantik) gelişim ise çoğu zaman sıra dışıdır. Genellikle, sözcükleri tipik anlamlarıyla kullanmada sorunlar görülür. Ayrıca, önemli bir bölümünde, kişi zamirlerinin, özellikle ‘ben’ ve ‘sen’ kullanımının birbirine karıştığı dikkati çeker.

Otistik özellik gösteren bireylerde, özellikle de konuşma becerilerinde yetersiz olanlarda papağan konuşması (ekolali) ve yinelenen konuşma yaygındır. Papağan konuşması, başkalarının sözlerini ya da TV’de vBulletin. duyulan sözleri aynen tekrarlamaktır. Papağan konuşması, anında ya da gecikmeli olabilir.

Öfke

Benliği zedeleyici bir tutum karşısında duyulan saldırganlık tepkisi. Ruhbilim terimi olarak kızgınlığı ve incinmeden doğan sert davranışlara itilmeyi dilegetirir. İnsan, kendisine yapılandan olduğu kadar, başka birine yapılandan da incinebilir ve öfkelenebilir.

Fransız ruhbilimcisi Ribot'ya göre üç türlüdür: Hayvansal, insansal ve zihinsel. Hayvansal öfke saldırgandır, insansal öfke tedbirlidir, zihinsel öfkeyse gizlidir ve içedönüktür. Bu sonuncusu öfkenin en uygarlaşmış biçimidir. Ribot'ya göre amal öfkede insan kendi elini ısırır, tırnaklarını yer, ama karşısındakine saldırmaz ve kendini tutar.

Öfkenin şiddetlisi öcalmaya varır. Theodule Ribot, Psychologie des Sentiments (Duygular ruhbilimi) adlı ünlü yapıtının ikinci cildinin üçüncü bölümünde korunma içgüdüsünün saldırıcı biçimi olarak nitelediği kızgınlığı şöyle anlatmaktadır (Ribot'ya göre korunma içgüdüsünün savunmasal biçimi korkudur): "Yeğin ve kırıp dökücü eğilimlerin ilk örneği (prototipi) olan kızgınlığın kaynağı, saldın biçimindeki bireysel korunma içgüdüsü olup ortaya çıkışı korku'dan sonradır (kimilerine göre doğumun ikinci ayında, kimilerine göre de onuncu ayında belirir).

Kızgınlığın (hiddetin) fizyolojisi pek bellidir: Kan damarları genişler, kan dolaşımı hızlanır, bundan ötürü kızarma ve şişme meydana gelir. Bunlar sevinçte de vardır ama çok daha hafiftir, şah damarlarının ve özellikle de yüz ve alındaki bölümlerinin genişlemesi kızgınlığa özgüdür. Bunun aşırısı kan damarlarının patlamasına ve ölüme neden olur. Kasların gerginliği ve titremesi artar, seste bir aksaklık ve çatlaklık başlar. Beden öne doğru eğilerek saldırıya hazırlanır. Gözler kararır, solunum hızlanır, ağız kapanarak dişler sıkıldığı için solunum burun delikleri açılarak sağlanır. Tükürükteki zehirli madde çoğalır, kızgınlık dişi hayvanlarla kadınların sütlerini zehirler. Bütün bunlardan da anlaşıldığı gibi heyecanlar, fizyolojik ve kimyasal olaylarla yakından ilişkilidirler. Kızgınlıkla korku birbirlerinin karşıtıdır.

Ne var ki kızgınlık, fizyolojik ve ruhbilimsel olarak, korkudan daha karmaşıktır. Korku, bir yılgınlık olarak, elem verici heyecanlardandır. Oysa kızgınlıkta elem kadar haz da vardır. Kızgınlığın en ilkel biçimi hayvansal olanıdır. Hayvansal kızgınlık, pek güçlü olan besinsel içgüdüye bağlıdır. Denilebilir ki kızgınlık yaşam kavgasının en amansız biçimidir. Çünkü onda ya ölmek ya da öldürmek söz konusudur. Kızgınlığın bu türlüsü sadece ilkel insanlarda değil uygar kişilerde de görülür.

Kızgınlığın duygusal biçimi özellikle insansaldır. Kızgınlığın bu biçiminde ruhsal öğeler egemen olduğu gibi kırıp dökücü davranışlar da daha azdır. Kızgınlığın heyecan denilebilecek biçimi budur, bu biçim yüksek hayvanlarda da görülebilir. Daha yüksek bir aşama olarak kızgınlığın bir de zihinsel biçimi vardır ki buna uygar kızgınlık denebilir. İnsan bu aşamada iki karşıt gücün etkisi altına girer: Saldırma içgüdüsüyle onu durduran akıl ve hesap. Eskiler kızgınlığı kısa süren bir delilik saydılar. Ne var ki kendisine ve başkasına bir kötülük getirmedikçe kızgınlık hem doğal, hem de yararlıdır. Çünkü kızgınlık insanın savunma silahıdır ve insan bu silahtan yoksun kalmamalıdır. Ama kızgınlığın hastalıksallığa en elverişli bir heyecan olduğu da gerçektir. Kızgınlık şu üç biçimde hastalıksal olur: Olağanüstü şiddetle, ussal nedenlere dayanmamakla, süreğen (müzmin) ve sürekli olmakla.

Kızgınlığın doğal durumu bir nöbet gibi gelip geçici olanıdır. Akıl hastalıkları arasında kızgınlıktan türemiş iki hastalık vardır ki her ikisi de kızgınlığın büyümüş birer biçimidir: 1. Tutarık deliliği, 2. Manya.

Birincisi kızgınlığın hayvansal biçiminin hastalıklaşması. ikincisi bilinçli biçiminin hastalıklaşmasıdır. Saralılar en sakin zamanlarında bile çatık, karanlık ve çabuk kızandırlar. Hele saldırgan dönemlerinde kızgınlıkları son dereceyi bulur. Schule'nin betimlemesine göre hasta çevresindekilere kuduzca ve hayvansal bir kızgınlıkla saldırarak köpükler saçar, vurur, ısırır, eline geçirdiğini kırar, bağırır. Yüzü kasılmış bir halde gözbebekleri kah büyüyüp kah küçülür, bakışları durgunlaşır. Kimi yazarlar bütün bunları sinir özeklerinin kendiliğinden zehirlenmesine bağlıyorlar. Nöbet geçtikten sonra saralı bunların hiçbirini hatırlamaz. Bir ruhbilim yasasına göre bilincin şiddeti hareketlerin yeğinliğiyle ters orantılıdır. Manyanın türleri pek çoktur, kızgınlığa en yakın türünde melankolik durgunluk dönemi geçtikten sonra birdenbire gelen yeğin tepkiler başlar. Manyaklar yalın irkilmelerden yeğin köpürmelere kadar çeşitli dereceler gösterirler. Hafif biçimlerinde hastada sürekli bir gidip gelme, aralıksız bir hareket etme gereksinmesi, yorulmak bilmez davranışlarda bulunma yeteneği görülür.

Yeğin biçimlerinde saralılarda anlattığımız kudurma durumu başgösterir. Hastanın içinde de buna benzer durumlar olur. içsel hareketler de kasılır, zihinsel taşkınlıklar bir düşünce salatası biçimine girer. Düşünceler düzensiz olduğu kadar da hızlanır. Kimi zaman hastada bir ferahlama, bir haz duygusu görülür. Öyle ki bu hastalıktan kurtulanların çoğu hiçbir zaman bu denli mutlu olmadıklarını söylemişlerdir. Kızgınlığın saldırganca içgüdüye dayanan hastalıksal biçimleri yaralamak, öldürmek, yangın çıkarmak, kırıp dökmekle belirir. Çocuklarda oyunlarının bıraktırılması, ellerinden bir şeylerinin alınması, başka çocukların itip kakıştırması öfke doğurmaktadır. Yüksek okul öğrencilerinde bile isteklerinin önüne geçilmesi öfke doğurur. Yapılan bir araştırmada yüksek okul kızlarının %52 oranında taşanlarına karışılmasından, %21 oranında aşağılanmadan, %13 oranında okul derslerinden öfkelendikleri saptanmıştır.

Öfke, belirli bir sınır içinde, diğer duygulanım ve coşkular gibi kişiliği koruyucu yönde işlev yapabilir. Ayrıca çocukluktan yaşlılığa kadar çeşitli çağlar içinde öfkeyi ortaya çıkaran koşulların ve öfkenin anlatım biçiminin, kişilik yapısının gelişmesinde ve yapılanmasında olumlu olumsuz birçok katkısı olabilir. Yaş ilerledikçe öfkeyi doğuran temel ilkeler ve koşullar aynı kalmakla birlikte, özel koşullarda büyük değişiklik olmaktadır. Çocuğun öfkelenmesine neden olan engellerin birçoğu genç ya da olgun insan için anlamsız olabilir.

İstediğini elde edemeyen ya da oynaması engellenen çocuk öfkeden bağırıp çağırarak tepinirken benzer durumlar genç ve olgun insan için anlamsızdır. Buna karşılık genci ya da olgun insanı öfkeden köpürtecek değişik durumlar söz konusu olabilir. Çoğunlukla öfke hatalı, kötü bir duygulanım ve coşku durumu olarak değerlendirilir. Oysa öfke bir sınır içinde bireyin kendi varlığını koruması, tanıtması ve çevreye kabul ettirmesi için gereklidir. Bu durum özellikle çocukluk çağında önemlidir. Çocukluk ve gençlik çağında belirli engeller karşısında öfkelenmek kişiliğin korunması, saygınlık kazanması ve bu saygınlığın sürdürülmesi açısından geliştirici, yapıcı yönde rol oynar.

Ayrıca gencin özerkliği, özgürlüğü ve sorumluluğu arasındaki sınırın belirlenmesinde de öfkenin ve öfkeye karşı çevrede oluşan tepkinin önemli yeri vardır. Çocukluk ve gençlik çağında bir duygulanım ve coşku biçimi olarak yaşanılan öfkenin kişilik üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler daha sonraki yaşamdaki kin, nefret, kıskançlık, düşmanlık gibi duygulara dönüşebilir. Bu tür duyguların etkisi altında olan insan daha sık ve şiddetli öfkelenir. Böylece öfkeden kaynaklanan kimi davranışlar öfkeyle sonuçlanır.

Hekimlik açısından öfke, anormal bir tepki sayılmaktadır. Patlayıcı öfke tepkisi adı verilen yeğin öfkelerin organsal nedenleri de olabilir, kortikal denetim özeklerinde bir zedelenmeye ya da yıkıma yol açan hastalıklar bunları doğurabilir. Merkez sinir dizgesindekı bozukluklar da öfkenin patlamasını kolaylaştırır. Alkol de böylesine bir etkide bulunur. Öfke patlamalarında bilinç de bulanır. öfkeli yaptıklarının çoğunu hatırlamaz.


Öz Farkındalık Depresyonu

Bu kavram, Pyszcznski ve Greenberg tarafından ortaya atılan bir teorinin temelini oluşturmaktadır. Söz konusu teori (self-awareness theory of reactive depressiori), insanların öz saygılarını önemli ölçüde yitirdiklerinde içine düştükleri fasit daireyi betimlemektedir.

Öz saygı düzeyleri büyük ölçüde düşen, özel Öz farkındalıkları olumsuz bir renk alan kişiler, kendilerini giderek daha çok olumsuzlamakta, hemen hemen sabit bir özel benlik bilinci durumuna gömülmektedir. Bu durum, negatif duygulan yoğunlaştırmakta ve kişinin daha çok yıkılmasına yol açmaktadır. Bu kendine bakış stili, depresyonu artırmaktadır.



Panik Atak

Nöbet şeklinde aniden ortaya çıkan yoğun bir korku hissidir. Hasta, endişe ve dehşet içinde olup, başına kötü bir iş geleceğinden, öleceğinden, çıldıracağından veya bir felaketle karşılaşacağından korkmaktır.

Vakalarda ani olarak ortaya çıkan fizyolojik belirtilerle birlikte delireceği, kontrolunu kaybedip ters şeyler yapacağı korkusu yaşanır. Ataklar 5-10 dakika içinde ani olarak başlar, genellikle 30 dakikayı aşmaz. Nadiren bir saati geçer ve kendiliğinden sonlanır. Ataklar tekrarlayabilir. Bazen halka açık yerlerde, bazen evde, bazen de uykudan uyanırken belirir.

Panik bozukluğu olanlar ataklar arasında gayet normaldir. Ancak şu iki endişe, bu normal zamanı da huzursuzlaştırır:

1- Panik atak yaşayabilecekleri tüm olayları saf dışı bırakmak ve kendilerini güvende hissetmedikleri, yardım görmeyecekleri her yerden kaçmak istemeleri.

2- Yeniden yaşayabilecekleri panik atağa odaklanarak, sinyaller beklemeye çalışmaları.

Ancak, bu korkular daha büyük korkulara ve daha çok kaçınmaya yol açar, durum gittikçe kötüleşir.

Yolun en başında, anlaşılması gereken en önemli nokta şudur: Panik atak tehlikeli değildir. Kişi korktuğu gibi ne çıldırır ne de hayati tehlikeye girer. Hiçbir zararlı etkisi kalmadan geçer. Kontrol katiyetle kaybedilmez.

1. Panik sebebi olaylarla yüzleşmeli ve ortaya çıkardığı duygularla başa çıkmayı öğrenmelidir. Yani üzerine gitmeli, atak geçirmekten korkmamalıdır.

2. Atak esnasında dikkati dağıtacak, rahatlatacak bir şeyler bulmalıdır. Mesela toplantıda gelirse önündeki broşürü, raporu incelemeye başlamalıdır.

3. Spor, fazla adrenalini yakar ve sakinlik sağlar. Bu yüzden yürümeli, merdiven çıkmalı, egzersiz yapmalıdır.

4. Kafeini, alkolü, nikotini, çukulatayı ve şekerli yiyecekleri bırakmalıdır. Bütün bunlar panik atağı arttırıcı etki yaparlar. Yine çayı azaltmalıdır.

5. Kendine karşı olumlu yaklaşmalı, kendini sakinleştirmelidir. Kendi kendine “Sakinim ve düşüncelerimi kontrol edebiliyorum” veya “kendimi güçlü ve morali yerinde hissediyorum” demelidir. Bazen güzel şeyleri akla getirmek de faydalı olabilir.

6. İmipramin, MAO inhibitörleri, klomipramin ve alprazolam gibi ilaçlar panik atakları önlemede yüksek oranda etkilidir. Tedavi süresi 3-12 ay sürebilir. İlaç azaltılarak kesilmelidir.

Paranoid Bozukluk

Paranoid bozuklukta düşünce bozuklukları şizofrenideki gibi bizar (çok garip) nitelik taşımaz. Kişilik sağlam kalır. Yıkım belirtileri olsa bile uzun bir süre içinde en az seviyededir.

Hezeyanlı sistemi karmaşık olabileceği gibi basit de olabilir. Hezeyanlarıyla ilgili ayrıntıcılık izlenebilir. Kendilerine bakımları genellikle normaldir. Hastanın duygulanımı hezeyanlarına uyumludur. Vakalarda kognitif (bilişsel) bozulma olmaz. Hastalıklarına karşı içgörüleri yoktur. Genellikle yakınlarının zorlaması veya kanuni yollarla muayeneye gelirler. Paranoid psikoz, şizofreniden şu özellikleriyle ayrılır:

1. Her yaşta, her devrede, her iki cinste ve her tabakadan insanda görülebilir.

2. Düşmanlık (perseküsyon) veya kıskançlık (celusi) hezeyanları ağırlıktadır.

3. İdrak bozukluğu (varsanı) görülmez.

4. Hasta hezeyanlarına uygun, sarsılmaz bir inançla davranışlarını sürdürdüğünden bariz bir mantık ve düşünce bozukluğu göstermez.

5. Anksiyete ve depresyon halleri görülmez. Kendilerine güvenen, zeki ve kabiliyetli olduklarına inanan kimselerdir.

PARANOİD (HEZEYANLI) BOZUKLUK ÇEŞİTLERİ
Erotomanik hezeyanlı bozukluk olan vakalar özel bir kişinin kendisine aşık olduğuna inanır. Bu kişi genellikle yüksek sosyoekonomik düzeyden biridir. Bir film yıldızı, önemli bir politikacı, üniversitede profesör olabilir. Seksüel çekicilik önem taşımaz. Hasta bu kişi ile mektup, telefon, hediyeler, ziyaretler, gözetleme vBulletin. gibi yollarla veya zor kullanarak iletişim kurmaya çalışır. Bu bireyin bazı davranışları bu aşkın kanıtı olarak algılanır. Aynı anda bu şekilde iletişim kurmaya çalıştığını da ileri sürer. Vakaların çoğu kadındır. Ancak yasalarla başı derde girenlerin çoğu erkektir.

Büyüklük tipi hezeyanlı bozukluğu olan vakalar önemli yetenek ve becerileri olduğunu ileri sürerler. Böyle bir kişi zamanının önemli bir bölümünü büyük amaçlar için harcar. Bu düşüncelerinin insanlığa önemli şeyler katacağına inanır ve söyler. Büyüklük hezeyanları dini muhtevalı olabilir. Sözgelimi dini bir grubun lideri olduğunu ileri sürebilir veya kendini mehdi sanabilir.

Kıskançlık tipinde eşinin aşıkları olduğuna inanır. Bununla ilgili olarak da birçok yerde kanıt arar ve bulur. Ev eşyalarının üzerindeki bir izden, konuşmalardan, giyimden, yataktaki lekelerden özel anlamlar çıkarırlar. Böyle bir vaka, eşini izleyebilir, evden ayrılmasını engelleyebilir. Bu tür vakalarda saldırganlık eylemleri sık olmasa bile mümkündür.

Perseküsyon tipinde kişi bir komplonun kurbanı olduğuna inanır. Bu hezeyanlı bozukluklar içinde en sık görülen tiptir. İzleniyor, telefonları dinleniyor, adı lekelenmek isteniyordur. Kendisine komplo kurulmuştur, aldatılıyordur. Gözetleniyor, izleniyor, iftira ediliyor, taciz ediliyordur. Bazen hezeyanın odak noktası kendisine yapılan haksızlıklar olur. Olgu, gerçek dışı biçimde kendisine haksızlık yapıldığını ileri sürer. Hezeyanlarına dayanarak sürekli olarak yasal yollardan hak arar. Bu hastalara dava paranoyası da denebilir.

Somatik hezeyanları olan vakalar kötü bir hastalığa yakalandıklarına ve öleceklerine inanırlar. Vücudundan kötü koku yayıldığına inanabilirler. Bu vakalardan bir bölümü böcek veya parazit enfeksiyonuna yakalandıklarını ileri sürerek cilt hastalıkları uzmanına giderler. Bazılarında da vücudunun bazı bölge ve organlarının işlev görmediği şeklinde düşünceler olabilir. Bu kişiler sık olarak psikiyatri dışı hekimlere giderler.

Karışık tipte ise birden fazla hezeyan tipi vardır. Ayrıca önemli bir özellik de bu hezeyanların hiç birinin klinik tabloda önde gelmiyor oluşudur. Bu grupların hiç birine uymayanlar ise belirlenmemiş tip olarak adlandırılırlar.


Paranoid Kişilik Bozukluğu

Başkalarının davranışlarını sürekli olarak kendisini sömürücü, zarar verici olarak algılar ve yorumlarlar. Yakınlarının sadakatinden şüphe duyarlar. Aşağılandıkları görüşündedirler. Belirtiler, tüm kişilik bozukluklarında olduğu gibi süreklilik gösterir. İş ve sosyal işlevselliği önemli ölçüde etkiler.

Başkalarına güvenmezler, onların bütün davranışlarından anlam çıkarır, yorum yapar, kuşkuya düşerler. Başkalarına kızar, kin beslerler. Kendiliklerinden tedaviye gelmezler. Tedavisi uğraştırıcıdır.