A dan Z ye Psikolojik sorunlar 3


Demans
65 yaş üzeri nüfusta yüzde 2-5 oranında rastlanmaktadır. Yaşla birlikte oran artar. 85 yaş üzerinde görülme ihtimali yüzde 20’e çıkar. Yaşlı nüfusun artmasına bağlı olarak problem de büyümektedir.

Demansta entelektüel fanksiyonlarda yaygın bir bozulma söz konusudur. Genellikle hafıza kaybı, hesaplama güçlüğü, dikkat dağınıklığı, mizaç ve duygulanımda değişmeler, muhakeme ve soyutlama yeteneğinde bozulma, yönelim bozukluğu görülür.

Hafıza bozukluğu kuraldır. Yeni bilgileri kaydetme, depolama ve hatırlamayla ilgili belirgin bozukluk vardır. Unutkanlıklar günlük hayatla ilgili küçük konularla başlar. Sorulara cevap alma süresi uzar. Giderek yakınlarının adlarını, işlerini unutabilir, evlerini şaşırabilirler.

68 yaşındaki Ayşe teyze günlük yaptıklarını unuttuğu için getirilmişti. Çevresindekileri tanıyor, geçmiş olayları bütün canlılığıyla hatırlıyordu. Ancak yediği yemekleri, biraz önce konuştuklarını, kıldığı namazı unutuyordu. Çünkü demans başlamıştı.

Altta yatan ilerleyici dejeneratif beyin hastalığı sebebiyle genellikle geri dönüşümsüz olan demans, eğer altta yatan sebepler tedavi edilebilirse geri dönebilir; bu bakımdan erken teşhis ve tedavi önemlidir.

Demansın yaygın sebepleri olarak; beyin tümörleri, kafa travmaları, kalp ve damar hastalıkları, kronik endokrin (hormon) rahatsızlıkları sayılabilir. Tabii ki demans başlıca yaşlıların hastalığıdır; ancak her yaşlıda görülmediğine göre, yaşlılık tek sebep değildir. Günümüzde yaşlı nüfus arttıkça demans problemi de büyümektedir, toplumsal bir sorun olarak ağırlığını artırmaktadır. Yaşlanma, demans için en önemli risk faktörüdür.

Demans genellikle kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Ancak sebebi bilinebilen onda bir oranındaki demans geri dönüşümlüdür ve altta yatan faktörün erken teşhis ve tedavisiyle iyileştirilebilir. Hipotiroidizm, subdural hematom (kafası ile beyin arasındaki kanama), B12 vitamini eksikliği, üremi (böbrek bozukluğu sonucu kanda ürenin artması) ve hipoksi (oksijen azlığı) gibi demans sebepleri erken teşhisi ve erken tedavisi sağlanırsa düzelebilmektedir. Tedavide geç kalınırsa hasar bırakır.

Demansın ilk belirtileri aldatıcı olabilir. Yorgunluğa vBulletin bağlanabilir. Hasta, demansın ilk belirtilerini, birtakım savunucu davranışlarla örtmeye çalışabilirler. Sözgelimi yaşını sorduğunuzda “canım yaşın ne önemi var, sen görünüşüne bak” diyebilir. Yakın zamandaki bilgileri unuttuğunda, uzun uzun eski hatıraları anlatır. Sonra hezeyanlar ortaya çıkabilir. 70 yaşındaki hasta 60 yaşındaki 40 yıllık karısını kıskanmaya, kendisini aldattığından şüphelenmeye başlayabilir. Veya sahip olduğu herşey hakkında kıskançlık geliştirir. Bir eşyanın kardeşi tarafından çalındığını iddia eder. Bazen gereksiz eşyalarla, çöplerle evi doldurabilir.

İlerlemiş demanslarda, hasta yakın aile üyelerini tanıyamaz, evinin yolunu bulamaz olur. Daha ilerlemiş durumlarda idrar ve dışkı kontrolünü kaybeder. Bu hastalar için mutlak bakım ve sosyal destek gereklidir. Bu olmadığında hayatlarını sürdüremezler.

Demanslı hastanın saldırgan, aşırı hareketli olduğu hallerde bazı ilaçlar tavsiye edilir. Bütün demansların yüzde 50-60’ını alzheimer demansı oluşturur. 65 yaştan önce de ortaya çıkabilir. Kalıtımla ilgisi vardır. Görüntüleme tekniklerinde, yaygın kortikal atrofi (beyin kabuğunda incelme) tespit edilir.

Demansların yüzde 15-30’unu oluşturan vasküler (damarla ilgili) demans, tekrarlayan beyin infarktlarıyla basamak basamak ilerler. Erkeklerde daha fazladır. Hipertansiyon, kalp hastalıkları risk faktörlerdir. Yanlış beslenme, düzensiz hayat, alkol, sigara hipertansiyon ve kalp hastalıkları riskini arttıracağından demans ihtimalini de yükseltir. Bu açıdan bakıldığında, vasküler demans bir ölçüde önlenebilir hastalıktır.

Demanslı hastalar aile için büyük sorundur. Genellikle birebir bakım gerekir. Hastayı bir dakika gözden uzak bıraksanız ne yapacağını bilemezsiniz. Bu hastalara bakacak özel veya resmi kurumlar yok denecek kadar azdır, bu yüzden aileye görev düşer.

Ahmet dede 75 yaşında hızlı ilerleyen demansa girmişti ve kendisine fedakarlıkla bakan kızını devamlı gelenlere şikayet ediyordu. İyi bakılmadığından, kötü davranıldığından yakınıyordu. Birgün kaşla göz arasında evden kaçmış, soluğu en yakın karkolda alarak kızının kendisini öldürmek istediğini yana yakıla anlatmıştı.

Depersonalizasyon

Şizofreni, epilepsi, madde kullanımı bozukluğu, saf nörotik bozukluk ve organik beyin sendromları ile ilgisi olmayan, tamamen psikolojik sebeplerden kaynaklanan ve geçici olarak ortaya çıkan “kişinin kendine yabancılaşması” halidir. Kişi, tümüyle veya kısmen vücudunu, kendi kimliğini, ayrı bir varlık olduğunu şüphe ile karşılamaktadır.

Kendisinin bir makine veya robot olduğunu sanmakta; kendini bir rüyada yaşıyormuş gibi hissetmektedir. Bazen kendisini uzaktan idrak etmekte, vücut boyutlarının değiştiğini görmektedir. Bariz bir komplikasyona sebep olmadan kendiliğinden kaybolan bu “kendine yabancılaşma”, kişinin aile ve iş hayatındaki münasebetlerini bozmaz.

Kendine yabancılaşma bozukluğu sırasında baş dönmesi, depresyon, sıkıntı, deli olma korkusu, zaman-mekan ve kişiliğe ait bilgilerde hatırlama güçlüğü sık görülen komplikasyonlardır.

Depresyon

En az iki haftalık süre içerisinde aşağıdaki belirtilerden en az beşi sizde varsa DEPRESYON sorgulanmalıdır.

*Çökkün bir ruh hali, ilgi kaybı ya da yaptıklarından zevk alamama,
*Günlük iş ve gücünü yapamama,günlük işlere karşı isteksizlik,
*Perhiz yapmadığı halde aşırı kilo kaybetme ya da kilo alma (Bir ayda vücut ağırlığının %5 inden fazlasını alma ya da verme) İştah kaybı ya da aşırı iştah.
*Hemen her gün aşırı uyma ya da uykusuzluk,
*Sıkıntı huzursuzluk yerinde duramama,
*Kendini yorgun bitkin halsiz hissetme (enerjisi çekilmiş gibi hissetme)
*Kendini değersiz aşağılık ya da suçlu gibi hissetme
*Dikkatini bir noktaya toplayamama
*Cinsel istekte aşırı azalma ya da istek kaybı.

Halk arasında sıkıntı ile giden bütün hastalıklar depresyon olarak adlandırılmaktadır. Ancak depresyon bunların hepsinin ötesinde özel bir durumdur. Yukarıda saydığımız belirtilerin hepsinin herkeste görülmesi beklenmez. Önemli olan bu belirtilerin kişinin sosyal mesleki ve insani ilişkilerinin ne kadar etkilendiğidir. İş güç yapamayan insani ilişkilerini sürdürmekte zorlanmaya başlayan bir kişi hastalık sınırlarını zorlamaya başlamış birisi demektir. Çünkü depresyonun da kendi içerisinde basamakları vardır. En ağırından Majör depresyonla depressif yakınmaları olan bir kişi arasında dağlar kadar fark vardır. Ancak her ikisi de sonuçta birbirine dönüşebilir.

Sayılan belirtiler içerisinde birbirine zıt görünen belirtiler olmakla birlikte depresyonun farklı alt tiplerinin ayrımı ancak uzman bir gözle ve belirtilerin tümü birlikte değerlendirildiğinde olacak bir iştir. Etrafınızdaki herhangi birinde bu belirtiler varsa ve günlük hayatını etkiliyorsa bu kişi depresyonda olabilir dikkatli olun. Bu belirtiler herkeste zaman zaman olabilir. Dikkat etmek gereken en önemli iki noktayı tekrar hatırlatalım.

1-Belirtilerin süresi
2-Günlük yaşamı ne kadar etkiledikleri.

Tedavide iki ana prensip vardır.

1-İlaç tedavisi
2-Psikoterapi metotları.

Bu iki yöntem birlikte uygulandıklarında eni iyi cevaplar alınır. Bütün hastalık belirtileri geçtikten sonra yapılması gereken şey en az 6 ay daha ilaç kullanımı ve belirli aralarla psikiyatristinizle görüşmektir. Unutmayın bir kez depresyon geçirmek ikincisinin daha kolay gelmesine işarettir.

Depresyonun Tekrarı

Psikiyatrik hastalıklar doğaları gereği zaman zaman tekrarlama riskleri olan hastalıklardır. Ve daha önce depresyon gibi bir hastalık geçirmişseniz tekrarlar mı diye endişenizde haksız sayılmazsınız. Hiç hasta olmayan birinin hastalanması riski nasıl varsa daha önceden hastalanmış biri de hastalanabilir. Ancak risk biraz daha fazladır.

Bunu depresyon için değerlendirelim. Geçirilmiş bir atak varsa ve bu ilk ataksa, ailede hasta kimse yoksa bir daha hiç hastalanmama şansı % 50'dir. Eğer daha önce geçirilmiş hastalık 2 yıldan uzun sürmüşse daha sonra hastalanma riskimiz yüksek demektir. Tekrarlayan her hastalık atağı riskimizi artıracaktır. 1.derece akrabalarda (anne,baba,kardeşler gibi) hastalık varsa daha fazla risk altındasınız demektir.

Psikiyatrik rahatsızlıklar artık eskiye oranla çok daha iyi tedavi edilmektedir. Bu gerek ilaçların gelişmesi gerekse hastalıkların daha iyi öğrenilmesi ile alakalıdır. Yani artık hekimler bazı hastalıkları daha iyi öğrendiler ve daha iyi tedavi etmeyi başarabiliyorlar. Hastalıklar tedavi edilebilir risk altında olanlar daha dikkatli olursa tablo tam oluşmadan başvurduklarında daha kolay tedavi olurlar. Hastalık tekrarı için risk faktörleri:

Ailede başka bireylerde hastalık varlığı
Daha önceki hastalığın uzun sürmesi (2 yıl ve üzeri) ve zor tedavi edilmiş olması.
Daha önce birden fazla kez hastalık geçirmiş olmak.
Hastalık tekrarlamasını önlemenin en iyi yolu önceki atağı iyi tedavi etmektir. Bu yüzden tedavinizi kesmeden önce mutlaka hekiminize danışın.

Hazan Mevsimi

Yaklaşan sonbahar hangimizi hüzünlendirmez ki? Düşen sarı yapraklar çoğunlukla insanın içindeki hüzün duygusunun harekete geçirir . İnsanlar hayatlarında da benzer Sonbaharları yaşarlar. Şarkı sözlerinde de sonbaharın hüzün verici özelliği hep dile getirilmiştir.

Yalnız şarkı sözlerinde değil bilimsel araştırmalarda sonbahar ve ilk baharda Depresyon ve Mani gibi ruhsal rahatsızlıkların arttığını ortaya koymuştur. Özellikle çökkün duygulanım(Yani mutsuz ümitsiz ve halsiz hissetme), iş güç yapma isteğimizde azalma sabahları yataktan kalkmak istememe, iştahsızlık, keyifsizlik, yorgunluk hissi, cinsel isteksizlik, bazen hayatı yaşamaya değmez bulma hemen herkesin az çok hissettiği şeylerdir.
Bu duygular hazan mevsiminde (Sonbaharda) kabarır.

Bir çok insan bunu hisseder ama az bir kısmımızın günlük yaşamını etkiler. Eğer günlük yaşantımızı bu duygular etkilemeye başlamışsa, işimizi yapamıyorsak her zamankinden çabuk sinirlenip etrafımızı kırıyorsak ve 2 haftadır bu durum değişmemişse giderek de artıyorsa hazan mevsimi hüzne gebedir denebilir. Bu durum önceki yıllarda da olmuşsa bu yıl daha dikkatli olmalısınız.

Bu sonbahar umarım 1999 yılı sonbaharında milletçe yaşadığımız felaketleri unutturur. Sonbaharla birlikte eskiden psikiyatrik sorunu olanlar biraz daha gerildiler. Bazılarınınsa eski rahatsızlıkları nüksetti. Yapılması gereken tedavisi devam eden hastaların kesinlikle aksatmamaları. Belirtileri nüksedenlerin de doktorları ile bir an önce irtibata geçmeleri gerekir.

Mani

Depresyon en çok bilinen duygudurum bozukluğudur. Ancak yaşanılan çökkünlüğün zıttı bir şekilde duygulanımın taşkın bir hal aldığı bir psikiyatrik rahatsızlık vardır ki ona da mani diyoruz. Mani halk arasında pek bilinmeyen bir hastalıktır. Yaşam boyu görülme sıklığı % 1'dir. Yani 100 kişide bir kişide görülür. Oysa bu oran depresyon için %3-5 tir.

Çok iyi bilinmediği içinde bu sorun bazen kişinin kendisine ve bazen de çevresine zarar vermesine yol açabilir. Bu nedenle iyi tanınmalı ve tedavisi ihmal edilmemelidir. Genel özelliği hastanın günlük işlevselliğinde belirgin bozulmaya sebep olan ve hastanın muhakeme yetisini bozan inatçı biçimde yükselmiş, kabarmış veya aşırı uyarılmışlık hali ile giden bir duygudurum bozukluğudur. Bu aşırı uyarılmış ve taşkın halin en az bir hafta sürmesi bu hastalığın tanısını koymak için gereklidir. Ancak bazen mizaç o kadar yükselmiş olur ki 1-2 günlük bir süre bile hastalığın tanısını koymak için yeterli olabilir.

Bu duygudurum bozukluğu sırasında aşağıdakilerden en az 3 ünün varlığı gereklidir.

1. Kendine güvende abartılı ve aşırı bir artma olması. En güçlü benim benim her şeye gücüm yeter. (Bazen peygamber ya da tanrı olduğunu bile iddia edenler olabilir.)

2. Uyku gereksiniminde azalma ( Mesela sadece 2-3 saatlik bir uyku ile günlerce idare etme ve dinlenmiş hissetme halinin varlığı)

3. Her zamankinden daha konuşkan olma ya da etrafındakileri konuşmaya tutma hali.

4. Fikirle öylesine hızlı değişir ki zihnindeki u uçuşmayı konuşma hızı yakalayamaz ve daldan dala atlama olur.

5. Dikkatte aşırı bir dağınıklık olur ve basit ayrıntılar bile dikkatini dağıtabilir.

6. Motor faaliyetlerde aşırı bir artma vardır. Yaptığı işin amacına yönelik davranışlar ve hareketler artar.

7. Kötü sonuç verme ihtimali, yüksek zevk veren etkinliklere aşırı katılma (sonucunu hesap etmeden ani kararlar verip uygulamaya koyma gibi).

Bu rahatsızlık uzun süre psikiyatrik tedavi gerektiren ve tekrarlama ihtimali olan bir rahatsızlıktır. Ve zaman zaman depresyonla seyreden dönmeler de görülebilir. İlaç tedavisine iyi cevap veren bir rahatsızlıktır.

Sıkıntı Hissi

Sıkıntı insanlık tarih kadar eski bir histir. Bu his, hissedeni tarafından çoğunlukla iç sıkıntısı huzursuzluk, gerginlik, daralma şeklinde ifade edilir. Bu hisle hepimiz günlük hayatımızda tanışırız. Ancak gelip geçici olduğunda pek etkilenmeyi. Bazen sıkıntılarımız öylesine yoğunlaşır ki işimizi gücümüzü yapmamıza mani olacak bir hal bile alabilir. Sürekli gergin ve tedirgin olduğunuzu düşünün; Hayattan zevk almanız azalır, dikkatinizi toparlayamazsınız, işe gitmeyi canınız istemez eskiden zevk alarak yaptığınız bir çok işi artık boş ve anlamsız bulursunuz.

Sıkıntının bariz ve yaşadığınız durumla uyumlu bir nedeni varsa bu doğal bir duygu yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak eğer bu anlamda bir sebep yokken siz kendinizi sıkıntılı ve gergin hissediyorsanız bunu biraz incelemek gerekir.

Burada hemen şu soru akla geliyor sıkıntının normali var mıdır? Evet her insanın hayatında hastalık olmadan yaşadığı normal bir sıkıntı vardır. Ciddi kayıplar (para, sevilen birinin kaybı vs gibi) bir süre için kaybın kişi için anlamı oranında sıkıntıya sebep olabilirler. Ancak bu süre işimizi gücümüzü engelleyecek boyuta ulaşmışsa, sosyal ilişkilerimizi bozuyorsa artık eskiye kıyasla asabi olmaya başlamışsak sınırlar aşılmış normalin ötesine geçilmiş olur.

En çok da depresyonda bu durumu yaşarız. Depresyonun en önde gelen belirtisi zaten duygu duruma hakim ola sıkıntı ve isteksizlik halidir. Sözün özü sıkıntınız 2 haftadan daha uzun bir süredir devam ediyorsa; sosyal mesleki ve aile yaşantınıza negatif yansımaları varsa sıkıntının normal sınırı aşılmaya başlanıyor demektir. Dikkatli olmalısınız.


Dissosiatif Fugue

Yine organik bir arızaya dayanmaksızın kişinin evini, iş yerini terkederek yeni bir kimliğe bürünmesi halidir. Ne aile üyelerini ne de iş yerindeki arkadaşlarını tanımaktadır. Takındığı yeni kimlik, eski kimliğine kıyasla iddialı ve gösterişli bir kimliktir. Çoğu vakalarda hasta kendisine yeni bir isim ve oturacak yeni bir ev bulur. Akıl bozukluğunu gösterir işaretlere rastlanmaması, şaşkın ve gelişigüzel dolaşmaların görülmeyişi dissosiatif fugue’nin tipik karakteridir.

Bu hastalık da geçici olup aşırı psikolojik yüklenmeler sırasında ortaya çıkmaktadır. Genellikle birkaç gün, nadiren de birkaç ay sürer. Uzun süren kimlik kaybında kişi daha çok maksatsız fakat rahatsız etmeyen seyahatlere çıkmaktadır.

İyileşmeden sonra, hasta fugue sırasında olup bitenleri kesinlikle hatırlamaz. İz bırakmadığı gibi tekrar da etmez.

Dissosiyatif Amnezi

Organik bir arızaya dayanmayan ve aniden gelen geniş boyutlu bir unutkanlık halidir. Unutkanlık hali çeşitli şekillerde tezahür etmektedir:

1. Bir kaza sırasında bütün aile fertleri ölüp sadece kendisi kurtulan kişi, belli bir zaman süresi içinde hiçbir şey hatırlamayabilir. Bu hatırlayamama hali, bazı şeyleri hatırlayıp bazılarını hatırlayamamak şeklinde de ortaya çıkabilir.

2. Unutkanlık hali genellikle aşırı bir psikolojik yüklenme sonunda kendisini gösterir. Tecavüze maruz kalan genç kız, silah tehdidi ile kaçırılan bir çocuk, doğal afetlerde veya harpte pek çok ölü gören şahıs, eşi tarafından aniden terkedilen erkek veya kadın, kabullenemedikleri bu aşırı yüklenmeler sebebiyle birden bire hafıza kaybına uğrarlar. Unutkanlık, tıbbi bir müdahale gerektirmeden kendiliğinden birkaç gün sonra aniden iyileşir. Bir iz bırakmaz ve tekrarlamaz.

3. Unutkanlık sırasında kişi şaşkın, maksatsız olarak gezinip durur. Bununla beraber, unutkanlığına karşı lakayt kalır.


Elektra Kompleksi

Eski bir Yunan efsanesine göre Elektra Misena kralı Agamemnon'un kızıdır. Truva savaşından utkulu bir kumandan olarak dönen Agamemnon, daha döndüğü gün karısı Klitemnestra ve kraliçenin âşığı Egistus tarafından öldürülmüştür.

Elektra annesinden nefret eder ama sarayda, onun yanında yaşamağa devam eder ve o sırada sürgünde bulunan erkek kardeşi Orestes'in büyüyüp annelerinden öç alabilecek yaşa gelmesini bekler. Orestes döndükten sonra, Elektra onun annelerini öldürmesine seve seve yardım eder. Aslında Elektra da, Oedipus gibi bu olayların içine elinde olmadan sürüklenmiş olup korkunç alın yazısını bilmeden yerine getirmektedir. Bu nedenle, Elektra Kompleksini tanımlamak bakımından çok uygun bir efsanedir bu. Tüm komplekslerin ortak ve kaçınılmaz yanı, bunların kurbanı olan kişilerin kendi iç çatışmalarının bilincine ermemiş olmalarıdır.

Freud ile birlikte çalışmış bir ruh bilimci olan Stekel, Oedipus Kompleksinin kız çocuklalarında görülen karşılığını tanımlamak için «Elektra Kompleksi» terimini ilk olarak kullanan kişidir. Freud bu terimi beğenmez, her iki cins için de «Oedipus durumu» terimini kullanmayı yeğ tutardı. Bununla birlikte Oedipus Kompleksinin kız çocuklarında erkeklerden çok daha değişik ve karışık bir şekilde belirdiğine de işaret etmiştir.

Çoğunlukla Elektra Kompleksi olarak bilinen bu kompleksin Freud'un çalışmaları arasında özel ve çok önemli bir yeri vardır. Geçen yüzyılın sonlarına doğru ilk psikanaliz çalışmalarına başladığı sırada karşılaştığı hastaların büyük çoğunluğunu, babalarına karşı duyguları yüzünden çeşitli iç çekişmeler arasında kıvranan genç kadınlar teşkil ediyordu. Bilgin, «Psikanaliz Üzerine Başlangıç Konuşmaları» adlı yapıtında şöyle der:

«Psikanaliz konusunda araştırmalar yaptığım sırada, bana uzun, üzücü saatler yaşatan bir sorunla karsı karşıya gelmiştim. Tüm ilgi ve dikkatimin çocukluktan kalma cinsel travmaları (ruhsal yaralar) aydınlatmak konusuna çekildiği bir dönemde, kadın hastalarımın hemen hemen hepsi babaları tarafından baştan çıkarılmış olduklarını anlatıyorlardı bana. Sonunda, anlatılan bu öykülerin baştan sona yalan oldukları sonucuna varmak zorunda kaldım. Hastalarımda görülen bu isteri belirtilerinin gerçek olaylardan değil de kendi hayallerinden çıkış aldıklarını anladım. Baba tarafından baştan çıkarılma ile ilgili bu tür hayallerin, Oedipus Kompleksinin kadınlarda görülen belirtisi olduğunu çok daha sonra anladım.»

Erkek çocuklarda görülen Oedipus Kompleksi ile kız çocuklarında görülen Elektra Kompleksi bir takım özellikler dolayısı ile birbirlerinden farklıdırlar. İleri sürülen savlara göre, erkek çocuk ilk aşk ilişkisini annesi ile kurar. Çocuk büyüdükçe de anne en birinci ve en önemli aşk nesnesi olmaya devam eder ve baba (çocuk bu sırada babasına karşı da sevgi beslemektedir) çocuğun gözünde annesinin aşkını paylaşmak durumunda olan bir rakip haline gelir. Çünkü küçük, annesinin yalnızca kendisini sevmesini istemektedir. Bu yüzden, babaya karşı olan sevgi nefrete dönüşür.

Derken, erkek çocuk annesinin ve tüm kadınların penisi olmadığını fark eder. Böylece içinde kendi penisini de günün birinde kaybetme korkusu belirir. Penisini, kendisinden öç almak isteyen babasının kesebileceği yargısına varır. Bu kompleksin çözümlenmesi şöyle olur: Çocuk, annesi ile cinsel ilişki kurmanın yasak olduğunu anlayarak içindeki tutkuyu yener ve aynı zamanda kendi vicdanı ya da Freud'un deyimiyle süper-egosu biçimlenmeye başlar.

Psikanalistler, aynı yaşlardaki kız çocuklarının (yani üç ile altı yaş arası) da ilk önce annelerini sevdikleri kanısındadırlar. Ancak, küçük kız, kendisine ait bir penisi olmadığını ilk fark ettiğinde, bu eksikliğinden dolayı annesini sorumlu tutar. Bundan sonra, asıl sevgisi babasına karşı gelişir. Kız çocuğu, kendisinde olmayan penisi babasının ona verebileceği kanısındadır. Ama, erkek çocuklarda olduğu gibi kız çocuklarda da, ebeveynin birinden gelecek olan cezanın korkusu öbür ebeveyne karşı olan tutkuyu frenlemektedir. Bu ceza korkusu normal olarak kompleksin çözümlenmesini sağlayacaktır. Ancak, kız kendisini zaten hadım edilmiş hissettiği için, onda erkek çocukta bulunan derin ve çok güçlü bulunma gereksemesi yoktur. Bu yüzden, kızların Elektra Kompleksi çok daha yavaş yavaş çözümlenebilir, bazen de hiç çözümlenmez.

Kompleksin tüm çözümlenmesi için kızın «penissizlik» durumuna alışıp bunu olağan kabul edebilmesi gerekir. Annesinin de penisi olmadığını anladıktan sonra, anasına karşı olan sevgi/nefret duyguları artar. Freud, kızlarda ahlâk duygularının ve de vicdanın erkekler kadar erken ve onlar kadar tam bir şekilde gelişmediğine kuvvetle inanmaktadır. Bunun nedenini de, kızların Elektra Kompleksini tam olarak çözümleyememelerine bağlamaktadır. Bilgin bu konuda şöyle demektedir: «Kız çocuğu belirsiz bir süre boyunca Oedipus durumu içinde kalır. Yaşantısının oldukça ileri bir döneminde, hatta o zaman bile ancak yarı yarıya bu durumdan kurtulabilir. Bu nedenden ötürü süper-egonun gelişmesi de tam olamaz... pek olağandır ki kadınları savunanlar, ortalama kadın karakterinin gelişmesinde bu öğenin önemli bir rol oynadığını kabul etmek istemezler.»

Freud'un kuramına göre, kadının içindeki penise kavuşmak isteği giderek bir çocuğa sahip olmak isteğine dönüşür. Önceleri babasından bir çocuğu olsun isteyen kız, cinsel olgunluğa eristikten sonra kendine bir eş arar. Sonunda seçtiği eşi de bilinçaltından babasına benzetir Bu eş, ona aradığı tek şeyi, yani çocuğu (penisi) verebilecek olan kimsedir. Ancak bir erkek çocuğa sahip olabildiği gün (bu çocuk anasının yıllardan beri özlemini çektiği penisi gelirken beraberinde getirmiştir) o zamana değin karşılıksız kalmış olan gereksemeleri (Freud bu gereksemelere penis kıskançlığı adını vermiştir) cevaplandırılmış olur.

Freud bu konuda şöyle der: «Bir anneye katıksız bir mutluluk veren tek şey oğlu ile olan ilişkisidir. İki kişi arasında kurulabilecek en yakın, en eksiksiz ve de en az değişen ilişkidir bu... Herhangi bir evlilik bile, kadın kocasını kendi oğlu durumuna getirip ona bir anne gibi davranmağa başlayıncaya değin tam anlamıyla sağlamlaşmış sayılmaz.»

Freud yetişkin kadın ve erkekler arasında gerçek bir yakınlık kurulmasının mümkün olup olamayacağı konusundaki karamsarlığını hiç bir zaman gizlememiştir. Diğer bir çok ruh bilimciler, Freud'un öğretisinin en zayıf noktasının kadınlar hakkındaki görüşleri olduğunu ileri sürerler. Düşüncelerinin yukarda özetlenen bölümüne bakılacak olursa bu görüşü ileri sürenler haklı olabilirler. Freud'un kuramları pek tabii olarak kendi kültür ve tecrübeleri tarafından etkilenmiştir. Yazılarını okurken, kişi geçen yüzyılın sonlarında Viyana burjuva çevrelerinde hüküm süren sıkıcı havayı ve o zamanların tipik bir Avrupalı Yahudi annesinin oğlu üzerine yapacağı soluk kesici etkiyi duyar gibi olur.

Freud'un kuramları aynı zamanda kendi bilinçaltının ve de hemen hemen hepsi gene kendi çevresinden çıkmış olan hastalarının bilinçaltlarının incelenmesinden doğmuştur. Bu gerçek, Elektra Kompleksinin esasları konusunda söylediklerinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Ama, kadın gelişiminin cinsel yanı ve de özellikle «penis» üzerinde fazla durduğu gerekçesi ile eleştirilere uğramıştır. Çocuk gelişimi üzerinde çalışan bir çok uzmanlar Freud'un kuramlarını değiştirmeğe çalışmışlardır. Bununla birlikte, öğretilerinin merkez noktası hâlâ Batı dünyası ruh biliminin en önemli hareket noktası olmakta devam etmektedir.

Elektra Kompleksinin de, Oedipus Kompleksi gibi, çocuğun ebeveynden birinin sevgisini yalnızca kendine mal etme isteği ve diğer ebeveynin bu yüzden kendisinden öç almaya kalkacağı korkusundan doğduğu artık hemen hemen herkes tarafından kabul edilmiştir. Bir yandan da öç almasından korkulan ebeveyne karşı duyulan sevgi çocuğun iç çatışmalarını ve umutsuzluğunu artırır. Küçük yaştaki çocuk bu duyguları anlayacak, onlarla baş edecek güce sahip değildir. Sonunda tüm bu istekler, korkular ve onların çevresinde onlarla ilgili belirmiş olan düşüncelerin tümü bilinçaltına itilir. Bu işleme «repression» yani baskı mekanizması adı verilir.

Burada verilecek bir örnek, yukarda sözü geçen konuların daha bir açıklık kazanması bakımından yararlı olabilir: Orta yaşlı, hiç evlenmemiş ve hayatını kendisi kazanan bir kadın sürmenaj ve ruhsal depresyondan yakınmaktadır. Kendisi ne gençliğinde ne de yetişkin çağa geldikten sonra hiç kimse ile ciddi bir aşk ilişkisi kurmuş değildir. Tüm enerjisini işine ve yaşlı ana babası ile birlikte oturduğu evine harcamıştır. Her iki ebeveynine karsı da aynı derecede derin bir bağlılık göstermektedir.

Annesi hastalandığı zaman ona hiç görülmemiş bir esirgemezlikle bakmıştır. Anne öldüğü zaman ise acısı son derece büyük olmuş, hatta kendi kendini öldürecek durumlara gelmiştir. Nedense, bu düşüncenin tüm anlamsız olduğunu bile bile, annesini öldürmüş olduğu duygusuna kapılmaktadır. Aradan bir kaç ay geçtikten sonra biraz daha sakinleşmiş, zamanının tümünü babasının bakımına vermeğe başlamıştır.

Babasının kendisine gerçekte olduğundan çok daha fazla ihtiyacı olduğu kanısına varmıştır. Ama iç dünyası hâlâ huzura kavuşmamış olduğundan sık sık sinir krizleri geçirmekte, ya da nedenleri bir türlü ortaya çıkarılamayan hastalık belirtileri göstermektedir. Babasından söz ederken, gülümseyerek, «Onun ikinci karısı oldum çıktım» demektedir. Yapılan psikanaliz sonucunda şu gerçekler ortaya çıkmıştır: Kadının annesine karşı olan derin bağlılığı ve esirgemezliği, gene ona karşı beslediği suçluluk duyguları ve kendi kendini bağışlatma isteği ile karışıktır. Bir yanıyla annesinin ölmesini yıllardan beri istemiştir. Aslında cinsel gereksemeleri pek kuvvetli olmakla birlikte bunlar tüm baskı altına alınmış durumdadır.

Yaşamının hemen hemen tümünü Elektra Kompleksinin buyruğu altında geçirmiştir. Ailesi içindeki ilişkiler incelendiğinde, ailenin bütün üyelerinin birbirlerine açık açık sevgi göstermekten çekindikleri ortaya çıkmıştır. Ana ile baba arasındaki hava her zaman gergin olmuş, birbirleri ile ilgili kıskançlık ve de kuşkuları, hep çocukların kolayca anlayacakları biçimde ifade edilmişti. Ayrıca çocuklara her türlü sevginin, ve de özellikle cinsel aşkın kaçınılması gereken tehlikeli ve suçlu bir şey olduğu öğretilmişti. Kompleksin kuvvetli ya da zayıf oluşunda ana babanın davranışları ve de çevrenin kültür düzeyi çok önemli bir rol oynar. (Freud bu öğeler üzerinde fazla önemle durmamıştır.) Pek tabii olarak ana babanın çocuğa davranışları, onu yetiştirme ve eğitme biçimleri de geniş ölçüde kendi çevreleri ve kültür düzeyleri tarafından etkilenmektedir.

İşte, Elektra Kompleksinin kuvvetli ya da zayıf olmasının ve de kompleksin çözümlenmesinin kolay ya da zor olmasının her şeyden çok kişinin içinde yaşadığı çevreye, ana babasının karakterlerine ve de Edipal durumun ciddiliğine bağlı olduğunu açıkça gösteren bir örnek daha.


X, on dört yaşında hem güzel hem de zeki bir kız çocuğudur. Ebeveyninin her ikisi de duygusal yönden istikrarsız kişiler olup mutlu bir evlilik yaşamı sürdürememektedirler. Yıllar süren kavgalar, acı tartışmalardan sonra X'in annesi aile yuvasından ayrılmıştır. Dış görünüşü ile son derece kadınsı bir adam olan baba, karısının kendisini bırakıp kaçmasından acı duymakta ve onu geri getirmek için elinden geleni yapmaktadır. Bu arada kızının kendisine gösterdiği aşırı yakınlık ve sevgiden da pek memnun kalmakta ve bu duyguları mümkün olduğu kadar arttırmağa çalışmaktadır. Bu nedenlerden ötürü X'in kendi yaşındaki çocuklarla hemen hemen hiç bir ilişkisi olmamakta, çocuk pek seyrek olarak evden dışarı çıkmaktadır.

Derken, babası bir başka kadınla ilişki kurunca, kız da okuldaki erkek arkadaşlarından birini sık sık eve getirmeğe başlamış ama gene de evden çıkmağa hiç yanaşmamıştır. Erkek arkadaşı evde olduğu zamanlar babasına her zamankinden daha fazla yakınlık ve aşırı sevgi belirtileri göstermektedir. Çok geçmeden bu çocuktan gebe kalır ve bebeği doğurmak niyetinde olduğunu açıklar. Babası bu karara karsı çıkınca da son derece büyük bir hayal kırıklığına ve şaşkınlığa uğrar. Babasına, «Hep ikinci bir çocuğun olsun isterdin, işte istediğin oldu, daha ne istiyorsun?)) der.

Görüldüğü gibi, X'in anası ile babası arasında yıllar yılı sürüp giden çatışmalar ve sonunda ayrılmaları, babanın kızına gösterdiği aşırı sevgi belirtileri ile birleşince çocuğun Elektra Kompleksi gittikçe kuvvetlenmiş ve psikoterapi yardımı olmadan kompleksin çözümlenmesini önlemiştir.

Eğer Elektra Kompleksi çözümlenemezse, yetişkin kadının erkeklerle olan ilişkilerini geniş ölçüde etkiler. Bu etki kendini ilk olarak kadının daha flört devresindeki davranışlarında gösterir. Kadının bu devredeki davranışları, küçük bir kızın babasından herhangi bir izin koparmak için takındığı kırıtkan ve bastan çıkarıcı tavırları andırır. Cinsel yönden bir takım vaadler ima edilmekle birlikte, bunların hiç biri açıkça ortaya atılmaz. Zaten bu tip kadınlar çoğunlukla cinsel konulardaki vaadlerini yerine getirmezler.

Daha sonraları, Elektra Kompleksi kadının evlenmek üzere seçeceği esin ne biçim bir kişi olacağı hususunu da etkiler Bu seçim kimi zaman istikrarlı bir evlilik ile sonuçlanabilir. Örneğin, babasının yerini alabilecek bir koca arayan olgunluğa erişmemiş bir kız, yaşça kendisinden çok büyük, normal cinsel ilişkilerden kaçınmak isteyen, çekingen olduğu için aşırı istekleri olmayan sessiz sedasız bir kadın arayan bir erkekle evlenirse, kompleksleri birbirini tamamlayan bu iki kişi birlikte kolayca yaşayabilirler. Ancak, çoğu zaman her erkekte babasını aradığı için cinsel yakınlıktan kaçınmak isteyen bir kadın, kendisi gibi cinsel yakınlıktan kaçınan (çünkü her kadında anasını arayan}, olgunluğa erişmemiş bir genç adamla evlenir.

Böyle bir birleşmeden ortaya çıkan evliliklerde eslerin her ikisi de güven duygusundan yoksun olurlar. Anlaşmazlıklar, kavgalar gün geçtikçe artar, cinsel ilişkiler ise hiç bir zaman doyurucu olmaz. Bu tür kadınların çoğu cinsel yönden soğuk (frijit) olurlar çünkü sevgililerinde ya da kocalarında cinsel yönden son derece çekici ama aynı derecede yasak olan babalarını görürler. Bununla birlikte Elektra Kompleksi her zaman kesin bir cinsel soğukluk yaratmayabilir. Bedeni olgunluğa eriştikten sonra ortaya çıkan güçlü cinsel istekler, hâlâ çözümlenmemiş olan Elektra Kompleksinden daha baskın çıka bilir. Böylece kadın son derece coşkulu bir cinsel faaliyet gösterebilir, hatta bu durumda olan kadınların bir çoğu tam bir orgazma bile ulaşabilirler.

Ancak, kadının eşiyle olan duygusal ilişkilerinde belirli bir eksiklik vardır. Bu da kompleksin hâlâ yerli yerinde durmakta olduğunu gösterir. Bundan başka, cinsel faaliyet de hemen hemen mastürbasyon (kendi kendini tatmin] niteliğini taşımakta olup, cinsel doyurunun ardından şiddetli iç sıkıntıları gelebilir.

Kimi zaman da bedeni olgunluğun gelişi ile ortadan kalkmış gibi görünen kompleks, bir kaç yıl sonra, aşkın ilk parlaklığı geçtiği zaman, yeniden hem de bu sefer daha yıkıcı bir şekilde baş gösterebilir. Bir kadının bir kaç yıl evlilikten ya da bir iki çocuk doğurduktan sonra cinsel yönden soğuklaşıvermesi, Elektra Kompleksinin yeniden ortaya çıktığının bir delili olabilir. Hatta Freud, çoğu kez ilk evliliklerin bu nedenden ötürü yıkıldıklarını, kimi zaman kadının kompleksini tam olarak çözümleyebilmesi için ikinci bir evlilik yapması gerekebileceğine işaret etmiştir.

Elektra Kompleksi her kız çocuğunun normal gelişiminin bir dönemi midir? Bu kompleks her ülkede, her toplumda görülebilir mi? Pek tabii olarak, Edipal iç çatışmalar tüm kişi oğullarında bulunabilecek nitelikte sorunlardır. Ancak, bunun bütün kadınların ruhsal yapılarının bir parçası olduğu kuşku götürür bir gerçektir. Bazı ülkelerde kız çocuklar erkeklerden, hem de kendi öz babaları ve erkek kardeşlerinden, ayrı büyürler. Kimi ülkelerde ise aile çevresi o denli geniştir ki, baba - kız - ana, ya da ana - oğul - baba biçiminde bir üçken düşünülemez.

Afrikalı ya da Asyalı ruh bilimciler, Avrupalı ya da Amerikalıların büyük bir kolaylıkla anladıkları Oedipus ve Elektra Kompleksi kavramlarını anlamakta, bunlara inanmakta çok güçlük çekmektedirler. Cinsel bakımdan yalnızca bir tek kişiye bağlanma ya da cinsel kıskançlık her toplumda görülen şeyler değildir.

Örneğin, Eskimo toplumlarında, ana, baba ve çocuklar birbirlerine aynı derecede yakın olup, aynı buzdan kulübenin içinde aynı yatakta çıplak yatarlar. Bu kalabalık içinde ana babanın cinsel birleşmede bulunmaları, anlaşıldığına göre çocuklar üzerinde belirli bir etki yapmamaktadır. Oysa, aynı şey Batı toplumlarından birinde uygulanacak olsa, bunun çocukların cinsel ve ruhsal gelişimini geniş ölçüde etkileyeceği kesindir. Ayrıca, Eskimo toplumlarında, erkeğin evine gelen herhangi bir konukla karısını paylaşması basit bir konukseverlik kuralıdır. Bu da, bazı toplumlarda cinsel kıskançlık diye bir şeyin hiç bir yeri olmadığını gösteren en belli başlı örneklerden biridir.

Bu nedenlerden ötürü, Elektra Kompleksinin evrensel olduğunu söylemek yerinde olmaz. Çevrenin, kişisel ruhsal yapı üzerinde ne dereceye değin etkili olduğu henüz tam olarak bilinmemekte, bu konuda araştırmalar yapılmağa devam edilmektedir. Genel olarak, kadınların ruhsal yapıları, duyguları ve gereksemeleri konusunda bilinmeyen daha pek çok şey vardır. Freud, “Kadın Psikolojisi” adlı yapıtında bu konudaki görüşlerini şöyle özetlemektedir:

«Bu arada, hiç hatırdan çıkarılmaması gereken bir nokta varsa o da sudur: şimdiye değin kadınları ancak cinsel fonksiyonları yönünden tanımlamış durumdayız. Pek tabii olarak bu öğe çok önemlidir ve pek geniş kapsamlı etkileri vardır. Ancak, bir kadının, cinsel fonksiyonu dışında da bir takım özellikleri olan bir insan olduğu unutulmamalıdır. Bu özelliklerin neler olduğunu tem olarak bilmek isteyen, kadınlığın ne olduğunu ille de öğrenmek isteyen varsa, bu konuyu ya şairler ile tartışması, ya da bilim yoluyla daha derin, daha anlamlı bilgilerin elde edilebileceği günü sabırla beklemesi gerektir.


Gerileme

Geçmişe dönme. Ruhbilimde özellikle Dr. Sigmund Freud’un verdiği anlamda "ilkel ya da çocuksu davranışlara dönme" olarak tanımlanır. Gelip geçici gerilemeler günlük yasamda da ortaya çıkar. Başkalarının yanında heyecanlanmak, bildiğini ve düşündüğünü söyleyememek, kekelemek, aşırı el kol hareketleri yapmak, küçük bir engel karşısında bağırıp çağırmak, çevreden sürekli anlayış ve destek beklemek çocukluk dönemine geri dönüşün belirtileri olarak kabul edilir.

Çatışma ve tartışmadan kaçınmak için boyun eğen çocuk davranışıyla sürekli olarak doğru, haklısınız, ben de böyle düşünüyordum, iyi düşündünüz, siz ne derseniz öyle yaparım demek ya da başkaldıran çocuk davranışıyla tüm önerilere karşı çıkmak gerilemenin en belirgin belirtileridir. Güncel bir amacı, beklentisi, uğraşısı olmayan kimi insanlar, özellikle eski artistler, sporcular, emekliler Başkalarıyla iletişimde bilerek ya da bilmeden gerileme düzenine başvururlar. Sürekli olarak anılarından sözeder, geçmiş başarılarıyla övünürler. Böylece yakından izleyemedikleri, uyum sağlayamadıkları güncel konuların kaygısından kurtulup geçmişin mutluluğuna sığınırlar.

Örneğin otuz yaşında futbolu bırakan ve yeni bir uğraşı alanı bulamayan eski bir kaleci yıllar boyu kurtardığı golleri anlatır. Eski bir atlet kırdığı rekorlardan sözeder. Tiyatroda ikinci derecede roller oynamış eski bir artist diksiyonunun güzelliğiyle övünür. Altmış yaşma gelmiş eski güzellik kraliçesi hala kraliçe seçildiği günü anlatır. Bir romanı yayımlanmış eski bir yazar, bir dergide iki üç şiiri çıkmış eski bir ozan konuşma sırasında konuyu geçmişteki yapıtlarına kaydırmaya çalışır.

Prof. Norman L. Munn da tarafından dilimize Psikoloji adıyla çevrilen yapıtında şunları söylemektedir: "Güçlüklerle karşılaşan bir fert bundan vazgeçtiği zaman ve ağlamak, etraftaki eşyaları tekmelemek, tepinmek hatta küfür ermek gibi duruma uymayan tepkilere başvurduğu zaman eski ve uygun olmayan tepki şekline doğru geriye dönmektedir (regression). Bu tepkiler belki gerginliği hafifletir, içimizi dökmeye yardım eder ama karşılaştığımız meseleleri nadiren halleder. Nadiren diyoruz, hiçbir zaman demiyoruz, çünkü birçok çocuklar hırçınlık nöbetleri, somurtmak ve buna benzer şeylerle istediklerini elde edebileceklerini öğrenir. Uygun bir intibak yapabilecek hale geldikten çok sonra bunları hala kullanmaya devam eder. Bozuma düşen erkekler ve kadınlar çok defa bu eski tepkilere avdet ederler. Evli kadın ve erkek eşine hakim olmak için somurtur, ağlar ve istediği şey olmadığı takdirde kendisini öldürmekle veya annesinin evine kaçmakla tehdit eder.


Psikologlar, insan ve hayvan süjelerde geriye dönmeyi inceleyen birçok deneyler yapmışlardır. Elektrik şoku, soğuk bir duş, ani ve şiddetli bir gürültü gibi heyecan davet eden (emotion-provoking) uyarıcıları tepki zamanından hemen önce tatbik etmek birçok süjelerin eski ve daha az uygun olan intibak şekillerine avdet etmesine sebep olur. Bir incelemede iki grup fare alınmıştır. Deneysel grupta bulunan fareler alete teker teker bırakılmış ve hayvanlara yerden devamlı şoklar verilmiştir. Az sonra fareler ön ayaklarını kaldırıp arka ayakları üzerinde kımıldamadan oturdukları takdirde daha az şoka maruz kaldıklarını keşfettiler. En sonra deneysel grupta bulunan bütün hayvanlar şok bitinceye kadar arasıra gayesiz faaliyetler yaparak bu vaziyette durmuşlardır. Şok on beş dakika devam etmektedir.

Yukarıdaki vaziyeti takınmaya birinci alışkanlık diyelim. Kontrol grubunda bulunan farelere birinci alışkanlığı elde etmek imkanı verilmemiştir. Deneysel gruptaki bir fare birinci alışkanlığı öğrendikten sonra aynı kuruya konmuştur, ancak bu sefer kutuda bir pedal vardır ve buna basmakla şok durur. Fareler az zamanda birinci alışkanlığı terketmeyi ve ikinci alışkanlık diyeceğimiz daha uygun olan bu tepkiyi tercih etmeyi öğrenmişlerdir. Kontrol grubundakiler de bu ikinci alışkanlığı öğrenmişlerdir. Her iki grup pedala basarak şoktan kurtulmakta aynı derecede maharet elde edinceye kadar talim görmüşlerdir. Pedaldan cereyan geçirmeye ve basarken kuvvetli bir şok vermeye başlayınca deneyin asıl önemli kısmı ortaya çıkar. Bu, büyük bir çatışma tevlit etmiştir.


Süje pedala basmakla şoku dahi kesebilir, fakat pedala basmak ön ayağa kuvvetli bir şok vermektedir. Bu durumda, deneysel grupta bulunan beş fareden dördü geriye dönmüştür. Yani elektriklenmiş pedala dokunduktan sonra büzülerek birinci alışkanlığa dönmüşler, pedala sonuna kadar basmamışlardır. Öte taraftan kontrol grubunda bulunan bütün fareler pedala sonuna kadar basmışlardır. Çocuklar da bozuma .düşünce geriye dönme davranışında bulunurlar. Okul çağma girmemiş olan otuz çocuğun oyun faaliyeti, bozulma durumundan önce ve sonra incelenmiştir. Çocuklar ayrı ayrı müşahade edilmiştir. Çocuk serbest oynarken müşahede edilmiş, bozulma durumu yaratılmış ve tekrar oynarken müşahade edilmiştir. Bozulmadan önce ve sonra çocuğun oyun oynadığı müddet aynıdır.

Serbest oyun müddetinde odanın bir kısmı bir bölmeyle kapatıldığından çocuk burasını bilmez. Serbest oyun müddeti bitince bölme kaldırılır ve odanın geri kalan kısmı açılır. Bundan sonra çocuk karşısına yeni çıkan cazip şeylerle on beş dakika oynar. Bunlar her çeşit teferruatı bulunan bir bebek evi, bir otomobil ve arkasına takılan bir araba, çeşidi teferruatıyla bir oyuncak yemek masası ve daha birçok oyuncaklardır.

Çocuk bunlarla oynadıktan sonra odanın cazip oyuncaklar bulunmayan diğer tarafına götürülür ve aradaki perde indirilir. Bu sefer çocuk o cazip oyuncakları görebilir fakat perde ve üzerindeki büyük kilit bunları almasına mani otur. İki gözlemci çocuğun oyun faaliyetlerini kaydeder, bunlardan biri oda içinde ve diğeri dışarıda, tek taraftan gösteren bir ekran arkasında durur. Sonra bu faaliyetler yapıcı oluşuna göre puanlanır.

Bozulma durumundan önceki serbest oyun şartlarında yaratıcılık ve yapıcılık ortalama puanı 4,99'dur. Bozulma esnasında 3,94'e düşerek 1,05 puanlık bir değişme arzeder ki istatistik analizler bunun tesadüfi olmadığını gösterir. Otuz çocuktan yirmi ikisi daha az yapıcı ve yaratıcı bir seviyeye gerilemişler, üçü değişmemiş, beşi de yapıcılık ve yaratıcılıklarını arttırmışlardır.