Konversiyon Bozukluğu
Bilinen herhangi bir fizik bozukluğu açıklanamayan ve organik bir arızaya rastlanmayan ancak bir veya birden çok nörolojik yada duyusal belirtileri veren şikayetlerdir. Belirtiler, hiçbir şekilde fiziksel veya nörolojik kaynaklı değildir. Felç, denge bozukluğu, yutma güçlüğü, kusma, afoni (ses çıkaramama) gibi motor belirtiler görülür. Bunlar, mesela felç belirtileri gerçek nörolojik bir rahatsızlık değildir.
Sara benzeri bayılma nöbetleri sık görülür.Bilinçsizlik halleri ve körlük, sağırlık, koku almama, hissizlik, çift görme gibi aslında gerçek bedensel hastalık olmayan duygusal bozukluk ve değişmeler ortaya çıkar. Tabiiki belirtiler kişinin günlük hayatında, mesleğini yürütmesinde engeller oluşturur.
Bayılma şeklinde görülen ve daha önce histeri denen konversiyon, epilepsi nöbetinden şu özellikleriyle ayırdedilir:
1. Hasta, bayılma sırasında yaralanmamak için tehlikesiz bir yer seçer.
2. Bayılma sırasında dilini hiç ısırmaz.
3. Krizler epilepsideki gibi ritmik ve otomatik olmayıp kaba çırpınmalar şeklindedir.
4. Baygınlık süresi epilepsi nöbetinden daha uzun olup, ayıldığı zaman hastanın şuuru yerindedir. Halbuki epilepsi krizinin sonunda hastanın şuuru bir müddet bulanık kalır.
5. Histeri krizinde, hasta çoğu zaman nöbet sonunda ağlayarak veya gülerek deşarj olur. Sıkıntıdan kurtulduğu için krizden şikayetçi değildir. Epilepsi krizinin sonunda ağlama yoktur.
6. Yine konversiyonda idrar kaçırma olmaz ve uykuda vukubulmaz.
Tedavi: Çeşitli psikoterapiler birarada kullanılabilir. Belirtilerin çoğu tedaviyle veya kendiliğinden yatışmaktadır. Hayat olayları ile yakından ilişkili vakalarda yalnızca o anki heyecani çatışmayı ve alternatif başa çıkma yollarını ele almak yeterli olmaktadır. İlgili, destekleyici ve güven verici yaklaşım gerekir. Lüzumunda yatıştırıcı ve antidepresif ilaçlar kullanılabilir.
Korsakov Psikozu
Uzun süre ağır alkol kullananlarda tiamin eksikliğine bağlı bir kronik beyin sendromudur. Bu hastalıkta yakın ve orta geçmişe ilişkin hafıza bozukluğu ve hafıza boşluklarını doldurmak için masal uydurma (confabulation) tipiktir. Hasta çok eski geçmişi oldukça iyi hatırlar.
Yakın geçmişte olan olayları çabuk unutur; fakat hesap yapma, sayı sayma, muhakeme ve soyut düşünme bozuk olmayabilir. Hafıza boşluklarını doldurmak için hasta gereksiz uydurmalar yapar. Daha önce gördüğü kimseleri görmediğini, hiç tanımadığı kişileri daha önce görmüş olduğunu ve başka hiç olmamış olayları olmuş gibi anlatır.
Hastada ayrıca polinevrit, serebellar ataksi ve titreme, siroz belirtileri görülebilir. Nadir rastlanan rahatsızlıktır. Kronik alkolizm tedavisinde tiamin kullanılması ile birlikte görülme ihtimali düşürülebilir.
Laktasyon Psikozu
Çocuk emzirme zamanı ortaya çıkan ruhsal bir rahatsızlıktır. Bazen loğusalık sırasında başlar ve loğusalık psikozu adını alır. Çoğunlukla hasta kâbus görmeye ve sayıklamaya başlar. Genellikle hamilelik ve doğum sırasında meydana gelen hastalıklar yüzünden ortaya çıktığı gibi, emzirme sırasında ya da loğusalık zamanında kapılan bulaşıcı hastalıkların bulaşması ve göğüs iltihaplanmaları da laktasyon psikozunun doğmasına neden olabilir.
Major Depresyon
ABD’de sıklığı yüzde 3-5 kadardır. Hayat boyu risk erkekler için yüzde 3-12, kadınlar için yüzde 20-26’dır. Ortalama başlangıç yaşı 20-30 arasıdır.
Normal günlük yaşantıda, duygusal hayatımız dalgalı olabilir. Mutsuzluk, hüzün, engellenme, cesaretin kırılması normal insan duygularının bir bölümüdür. Ancak bu tür oynamalar genel olarak kısa süreli olup tüm insanın yaşantısını etkilemez, gerçeği değerlendirmeyi bozmaz ve benlik saygısını önemli ölçüde etkilemez. Mizaç oynamaları uyku, iştah ve motor aktivite bozukluklarına yol açmaz. Bu sebeple de hastalık olarak kabul edilmez.
Klinik depresyonun temel özelliği hoş olmayan mizaç, karamsarlık veya sıkıntı halidir. Hastada çökkün mizaç ile birlikte yaşamaya ve değişik faaliyetlerle sorumluluklara karşı ilgi kaybı izlenir. Günlük faaliyetler, iş, özel zevkler, ferdi ilişkiler, cinsel aktivite de dahil olmak üzere hiçbir şeyden zevk almazlar. Kendilerini üzgün, hüzünlü, çökkün ve karamsar hissederler. Genel olarak ilgileri azalmıştır. Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları o kadar yoğun olabilir ki düştükleri bu durumdan hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını düşünürler. Benlik saygısında azalma veya kaybolma değişmez belirtidir. Günlük faaliyetlerini yapmakta güçlük çekerler. Enerji ve motivasyonları azalır.
Genellikle iştah kaybolur, bazen artabilir. Uykuya dalmakta veya sürdürmekte güçlük, sabahları erken uyanma şeklinde uyku bozukluğu çoğunlukla olur. Bazen de fazla uyku sözkonusudur. Psikomotor aktivitede (duygu, düşünce ve hareketlerde) yavaşlama vardır. Beden hareketleri yavaşlamış, konuşması fakir, monoton ve duraklamalıdır. Düşünce yavaşlamıştır, kararsızlık vardır. Bir konu üzerine odaklaşma melekesi azalmıştır.
Mizaç değişiklikleri belirgin değil de, somatik yakınmalar önde gelen belirtilerse maskeli depresyon olarak adlandırılır. Tedavi edilmeyen vakalarda depresyon 6-12 ay devam eder. Major depresyon ataklarının yarıdan fazlası tek ataklıdır.
Mani (Taşkınlık)
Taşkınlıkla beliren ruh hastalığı. Taşkınlık hastalığı deyimiyle özleştirilmiştir. Yunanca mania deyimi delilik demektir. Nitekim sonek olarak kullanılan bu deyimle oluşmuş bütün deyimler de dilimize delilik olarak çevrilmiştir: Kleptomani (Hırsızlık deliliği, megalomani (Büyüklük deliliği), mitomani (Yalan deliliği) vBulletin. Son yıllarda bu deyimlerdeki deli terimi saplantı deyimiyle değiştirilmiştir: Hırsızlık saplantısı, büyüklük saplantısı vBulletin. gibi. Delilik, bilindiği gibi, bir akıl hastalığıdır. Ama akıl hastalıkları aynı zamanda bir ruh hastalığıdır, ruhsal işlevlerdeki her türlü bozukluklara akıl hastalığı denir.
Eski akliyeci (Akıl hastalıkları hekimi), asabiyeci (Sinir hastalıkları hekimi) ve ruhiyeci (Ruh hastalıkları hekimi) deyimleri arasındaki farklar da artık ortadan kalkmış bulunmaktadır, günümüzde akıl hastalıktan hekimlerine de psikiyatr (Ruh hekimi) ve kimi yerde nöropsikiyatr (Sinir-Ruh hekimi) denmektedir. Deli ya da akıl hastası deyimi yerine de psikotik deyimi kullanılıyor. Akıl-ruh hastalıkları sinirce (Nevroz ya da psikonevroz, ki ruhsal kaynaklı bir sinir hastalığıdır) ve çıldırı (Psikoz, ki ruhsal kaynaklı bir akıl hastalığıdır) olmak üzere iki bölüme ayrılır. İşte mani düşüncede, konuşmada, davranışta ve bütün yaşambilimsel (biyolojik) işlevlerde taşkınlık (artma)la ortaya çıkan bir cildindir.
Genellikle ilerlemiş (akut, had) olarak ortaya çıkar. Hiçbir gerçek neden olmaksızın birdenbire büyük bir ruhsal coşkunluk ve neşeyle başlar. Bu neşenin altında ruhsal bir kızgınlık (öfke, hiddet) yatmaktadır. O zamana kadar düzgülü (normal) olan hasta durmadan konuşur, şarkı söyler, bağırıp çağırır, vurup kırar, aşırı öfkelenir. Canlılığı ve duygululuğu çok büyük ölçüde artmıştır. Yorulmak bilmez. Oburca yemek yer, cinsel gücü çoğalmıştır, her türlü etkinliğinde (faaliyetinde) taşkınlık görülür. Uykuya gereksinimi yoktur. Konuşması bir lakırdı ishali (Logorrhea) biçimindedir, durmaksızın yazar (Graphomanie), kendisini çok güçlü ve zengin bulur (Megaiomanie), aşırı cinsellik tutkusu içindedir (Erotomanie), cinsel ergenlerini gösterir (Teşhir hastalığı, Exhibitionisme).
Genellikle kendinden hoşnuttur. Hoşsohbet bir görünümü vardır, çabuk dostluk kurar, ama birdenbire öfkeleniverir (Colere impulsive), karşısındakilere sataşıp saldırabilir. Tüm ruhsal yetenekleri artmıştır (Tachypsychie), ama iradeli bir dikkat göstermesi olanaksızdır, belli bir konuda da sürekli konuşamaz, düşünceden düşünceye atlar (Fuite des idees). Çok yemesine rağmen zayıflar. Çeşitli alanlarda sabuklama (hezeyan)ları görülür. Manyak tümüyle dışa dönüktür, her düşüncesini hemen söyler, ama mantıksal tutarlılıktan yoksundur. Mani, bunalımlar (krizler)la gelen bir hastalıktır, bir bunalım nöbeti 3-8 ay kadar sürebilir. İyileşmeyen ve yıllarca süren maniler de vardır.
Psikoterapileri için herhalde bir akıl hastanesine yatırılmaları gerekir. Nöroleptikler gibi psikofarmakolojik ilaçlar kullanıldığı gibi elektroşok gibi fizik psikoterapi yöntemleri de uygulanır. Mani hastalığının başka bir çıldırı tipi olan melankoli hastalığıyla birleşik biçimine manyakodepresif ve eşanlamda siklofreni denir. Bu hastalıkta maninin taşkınlığıyla melankolinin çöküntüsü dönemsel (periyodik) olarak birbirini izler. Soyaçekimsel bir hastalık olduğu kabul edilmiştir. Genellikle psikoz manyak depresif adıyla anılan bu hastalığa çeşitli klinik özellikleri göz önüne alınarak devirli delilik, iki biçimli delilik, almaşık delilik, kesikli delilik gibi adlar da verilmiştir, siklotimik çıldırı da denir.
Tümüyle iyileşmeden yeni bir nöbetin ortaya çıkması yoluyla süren hastalığa arada bir hafifleyen biçim, aynı nöbetin arada iyilik dönemleriyle yinelenmesine kesikli biçim denir. Mani ve melankoli nöbetleri arada iyilik dönemleriyle yinelenirse devirli almaşık delilik, iyilik dönemi olmadan mani ve melankoli nöbetleri birbirini izlerse iki biçimli delilikten sözedilir.
Mani ve melankolinin bir arada belirdiği bir biçim de vardır ki buna karma biçim denir. Melankoli süresi maniye göre daha uzun olmak üzere bunalım süreleri 4-8 ay kadardır. Melankoli dönemindeki çöküntülerde hastalar çok tehlikeli olabilirler, kendilerini öldürebilecekleri gibi başkalarını da öldürebilirler. Mani hastalığına tutulanlara manyak denir, bilindiği gibi bu deyim mecaz yoluyla şaşırtıcı davranışları olan kişiler için de kullanılmaktadır, halk dilinde sövgü (küfür, hakaret) olarak da kullanılır.
Gerek mani ve gerek siklofreni hastalıklarından iyileşenler de vardır, iyileşenlerden kimileri akıl hastanesi (tımarhane)'ndeki anılarını yazmışlardır, bu yapıtlardan Özellikle şu ikisi çok ünlüdür: Clifford'un A Mind that Found Itseif (Kendini bulan us), Jane Hillyer'in Reluciantly Told (İsteksiz sözler). Yukarda da kısaca değindiğimiz gibi mani sonekiyle birçok delilik ya da yeni deyimiyle saplantı biçimi dile getirilmiştir, bunların en önemlileri şunlardır: Alkol deliliği, kitap deliliği, büyüklük deliliği, cin deliliği, yazma deliliği, cinsel birleşme deliliği, masal uydurma deliliği, şiir söyleme deliliği, tek bir konuda sapıtma deliliği, hırsızlık deliliği . Delilik tepkileri ruh hastalıkları içinde en yeğin (şiddetli) olanıdır, manik taşkınlık ve melankolik çöküntü gibi delilik tepkilerine duygulanımsal tepkiler denir, çünkü her iki tepki de aşırı duygu gösterisidir.
Bu tür çıldırının (psikozun) ana özelliği duygusal aşırılıktır, buna duygulanımsal çıldırı (afektif psikoz) da denir. Bu hastaların takınak (musallat fikir, obsesyon) ve halüsinasyon (halüsinasyon)ları olabilir, sık sık saldırganlığa geçerler, cana ve mala yönelik tehlikeli davranışları olabilir. Bu hastalığın yaşambilimsel (biyolojik) ve ruhbilimsel (psikolojik) etkenleri henüz çözümlenememiştir, ayırdedilememiştir.
Megalomani
Megalomani ya da büyüklük hezeyanı, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Megalomani, kendi başına bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir psikolojik durumdur. Büyüklük hezeyanları kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayanır. Megalomani, kendini önemseme duygusunun gerçekliğe dayanıp abartılı bir biçim alan, aşırı bir özgüven değildir.
Megalomani, üç ayrı biçimde ortaya çıkan davranış tipine verilen addır. Birincisi, genellikle huzursuzluk, gevezelik, sinirlilik belirtilerinin eşlik ettiği, büyüklük inancı ve davranışlarıyla bir mani olarak belirir. İkinci tipte şizofreni belirtileri görülür: Hezeyanlar o ölçüde manik yapıda değildir. Kişi olağandışı niteliklere, güç ve zenginliğe sahip olması doğalmış gibi davranır. Bu tip megalomanide çoğu zaman başkalarının kötülükleriyle karşı karşıya kalındığı konusunda da hezeyanlar görülür.
Üçüncü tipte megalomani, ilerlemiş frengi enfeksiyonu sonucu oluşan beyin hasarından kaynaklanır. Ne yazık ki, frenginin ilk belirtileri kimi zaman gözden kaçabilir ve başlangıç belirtilerinin hızla yok olmasına karşılık mikroorganizma etkinliğini sürdürür. Beyne yayılan enfeksiyon yargılama ve dikkati yoğunlaştırma yeteneklerini bozar, depresyona, megalomaniye ve başka türde hezeyanlara yol açar.
Megalomanide, gerçeklikle kesinlikle ilgisi olmayan hezeyanlar söz konusudur. Sözgelimi, dar gelirli bir megaloman dünyanın en zengin adamıymış gibi davranabilir, tanıştığı herkese büyük miktarlarda çekler yazabilir.
Melankoli (Karasevda)
Belli bir neden olmaksızın dışakapanma, çöküntüye girme, günah ya da suçluluk duyma hastalığı. Karasevda da denir. Nedensiz can sıkıntısı ve üzüntü (hüzün)leri dile getirmek için de kullanılır, kötümserliği ve üzüntülülüğü nitelemek için de melankolik deyimi kullanılır. Hastalık olarak melankoli, tehlikeli bir çıldırı (psikoz) türüdür, çok yeğin bir ruhsal çöküntü (şiddetli bir psişik depresyon)'yle belirir. Belirtileri mani hastalığının tam tersidir (Hatta kimi kuramcılar manideki taşkınlığın, melankolideki çöküntüye bir tepki olduğu kanısındadırlar; bu sava göre asıl psikotik bozukluk çöküntüdür, mani bu çöküntüyü yenmek için aşırı bir çabadan başka bir şey değildir).
Mani hastalığının tam tersine düşünmede, konuşmada ve davranışta bir azalma vardır. Yeğin sıkıntı ve kendini öldürme (intihar) düşüncesi melankolinin temel belirtileridir. Canlılık azalmıştır. Hasta çok yavaş davranır, hafif bir sesle konuşur, çevresiyle ilgilenmez, bir köşeye çekilip içine kapanır, kendi kendine ağlayıp inler, kendini bilmediği bir suçtan sorumlu sanır, sürekli olarak kendini suçlar, suçlarına ceza olarak hastalandığı kanısındadır, başı hep önüne eğiktir, iki kaşı arasındaki kırışık bir omega harfini andırır, konuşmak istemez, kendisinden bir sözcüklük yanıt alabilmek için soruyu birçok kez yinelemek gerekir, bununla birlikte belleği ve düşünme yetisi yerindedir, sadece düşünce akımı yavaştır. Ama birtakım hezeyanlar (hezeyanlar) da ortaya çıkabilir.
Melankolideki hezeyanlar klinik olarak şöyle nitelenmiştir: Kendini sonsuzca lanetleme, küçüklük duyma, gelecekteki beklenti, yadsıma, hastalığın yayılması düşüncesi, ölümsüzlük düşüncesi, iyi olmama düşüncesi, layık olmama düşüncesi, yıkıntı düşüncesi. Kimi ergenlerinin çalışmadığı, kimi organlarının bulunmadığı biçimindeki yadsıyıcı düşüncelerine ve hastalığının asla iyi olmayacağı, başkalarına da geçeceği düşüncelerine Cotard sendromu adı veriliyor. Bütün bu olumsuz ve hastalıksal düşünceler hastanın kendini öldürmesini zorunlu kılmaktadır, bundan ötürü hastanın bir hastanede sıkıca gözaltında tutulması gerekir.
Dahası, melankoli hastası hastalığının çoluk çocuğuna da geçeceğini ve onların da kendisi gibi acılar çekeceklerini düşünerek önce onları öldürüp sonra kendini öldürür. Kendini öldürebilmek için hiç yemek yemeyen hastalar da vardır. Melankoliklerin sıkıntıları çoğunlukla sabahleyin (şafak vakti) artar, öldürme olayı da bu zamanda gerçekleşir. Kimi melankolikler sanki suç işlemişçesine kendilerini ihbar ederler ve cezalandırılmalarını isterler, kimileri de cezalandırılabilmek için gerçekten bir suç işler ve gidip karakola teslim olur.
Kimi hastalar da suçlu buldukları kendi organlarını keserler. İşte manyak depresiflerin (eşanlamda siklofreniklerin) çöküntü dönemleri bütün bu melankolik belirtileri kapsar, daha açık bir deyişle bütün bu melankolik bozukluklar manyako-depresiflerde de olup biter. Bir de kimi hekimlerin yaş dönümü melankolisi adını verdiği hormonal etkinliğin kesilmesiyle ilgili sanılan (kadınlarda menopoz döneminde 45-55 yaşlarında, erkeklerde andropoz döneminde 55-65 yaşlarında ortaya çıkan) bir melankoli tipi vardır, belirtileri aynıdır. Ama kimi hekimler bunu manyak depresifliğin (siklofreninin) o yaşlarda ortaya çıkan ilk belirtisi sayarlar, ayrı bir tip saymazlar. Melankoli hastaları da mani ve siklofreni hastaları gibi iyileşebilirler. Elektroşok psikoterapiyle çeşitli yatıştırıcıların ve timoleptiklerin kullanılması öğütlenmektedir.
Merak Hastalığı (Hipokondri)
Kişinin sürekli olarak hastalanacağı kuşkusunu taşıdığı psikopatolojik bir bozukluk (hipokondri). Yakalanmaktan korkulan hastalık aynı kalmayıp sürekli olarak değişebilir.
Mongolizm
Yetersiz bir ruhsal gelişim ve çeşitli yapı bozuklukları ile belirlenen kalıtsal bir anormallik. Yapısal bozuklukların başlıcaları küçük baş, yuvarlak yüz, Moğol ırkında olduğu gibi çekik gözler, sarkık kulaklar, küçük ağız, sarkık dil, kısa boyundur.
1866 yılında oligofrenin özel bir hali olarak tanımlanan bu hastalığın nedeni uzun yıllar anlaşılamamıştır. Frengi, alkolizm, ana babanın ilerlemiş yaşta olmaları hastalığa yol açan sebeplere örnek olarak gösterilmiştir. Ancak 1958 yılında hastalığın kromozom sayısındaki bir değişmeye bağlı olduğu anlaşılmıştır (yani iki yerine üç tane 21 numaralı kromozomun varlığı).
Kromozom değişikliği döllenmiş yumurtanın miyoz devresinden önce başlar. Mongolizme 32,000 kişide bir kişide tesadüf edilir. Erkeklerde kadınlara oranla daha çoktur. Bu tipler ruhsal bakımdan çoğu kez az gelişmiş kişilerdir.
Özel enstitülerde eğitim görecek olurlarsa ancak ilk okul düzeyinde bir öğrenim yapabilirler. Ana babalarına çok bağlıdırlar. İnatçı ve huysuz olurlar. Dans ve müziğe karşı aşırı ilgi gösterirler. Yüzlerindeki çocuksu ifade yüzünden g«rçek yaşlarını göstermezler. Hastalıklara, bu arada kalp hastalıklarına ya da akciğer hastalıklarına yatkın bir bünyeleri vardır. Teşhis mümkün olduğu kadar çabuk yapılmalıdır. Tedavide glütamik asit ön hipofiz hormonları ve tiroit hormonları kullanılır.
Narsisizm
Narsisizm kavramı, kendini cinsel obje olarak alma şeklindeki fetişizm biçimini belirtmek üzere psikoloji literatüründe ilk kez 1887'de Binet tarafından kullanılmıştır. Ardından seksologlar tarafından cinsel bir sapma olarak; homoseksüellerde görülen bir öz sevgi biçimi olarak ve yüzyılın başında bir cinsel 'sapıklık' (perversion) olarak kullanılmıştır. Ancak terim, Eski Yunan mitolojisinde Narsis mitosunda, bir kişinin kendine aşkı anlamında zaten mevcuttur.
Narsis mitosunun klasik versiyonunda, Narsis, çocukluğundan beri bir aynada kendi görüntüsünü hiç görmemiştir; Kahin Tiresias, Narsis'in kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını söylediğinden ana-babası (Lephisos ırmağı ve Liriopa adlı Nympha) onu yansıtıcı yüzeylerden uzak tutmuştur.
Bir gün, Nympha Echos'un aşkını geri çeviren Narsis, tanrıların gazabını üstüne çekmiş ve başı boş bir gezgin gibi dolaşmaya mahkum edilmiştir. Susuz bir durumda oradan oraya dolaşan Narsis, bir su kaynağında su içmek isterken, kendi yüzünü görür, hayran olur, büyülenir. Önce onu bir başkası zanneder, tutmak için kollarını suya daldırır, ama imaj ellerinden kayıp gitmektedir. Bu imkansız aşkın işkencesi içersinde, aşkının objesinin kendisi olduğunu farkeder.
Kendisinden sıyrılıp kopmak ister ve kendi kendine acımasızca vurur ve nihayet ölür. Matem içindeki kız kardeşleri saçlarını kestirirler, Narsis'in vücudunu odunlar üzerine koyup yakmak isterler, fakat Narsis'in bir çiçeğe dönüştüğünü farkederler.
Narsis mitosunun Pausanius'a ait diğer versiyonunda, bir ikiz figürü vardır. Narsis suyun yüzeyinde kendi yüzünü ve bir bakıma kendi yüzünde ikizinin yüzünü görür. Burada kendine aşkı diğerinin aşkıyla karışır; bir tür ego-alter, ben-diğeri ilişkisi vardır; Narsis diğerinde kendini, kendinde diğerini sever. Bu anlamda kendi kendini sevme olarak narsisizm, kişilerarası ilişkilere gönderir.
Narsistik Kişilik Bozukluğu
Temel nitelik fantezi ve davranışta büyüklük, başkaları tarafından yapılan değerlendirmelere aşırı hassasiyet ve empati yoksunluğudur. Bireysel önemlerini aşırı bir şekilde abartırlar. Kendilerini başkalarından farklı ve büyük görür, önemserler. Akıllı, başarılı, güçlü, güzel, üstün ve zeki olduklarını ileri sürerler. Devamlı kendini düşünür, kendine hayrandırlar. Başkalarına önem vermezler. Onların duygu ve düşüncelerini anlamak için çaba harcamazlar.
İstediği gibi alabildiğine serbest ve özgür yaşamak ister, sorumluluk yüklenmezler. Başarılı, verimli, yaratıcı ve üretici şekilde çalışmazlar. Başarılı ve çalışkan olan insana kızar, kıskanırlar. Bu sebeple böyle benlik yapısı olanlar devamlı doyumsuzluk içinde yaşarlar.
Özsever (narsistik) kişiler kendilerini eşi benzeri olmayan önemli bir insan olarak görürler; sürekli ilgi çekmek, hayranlık uyandırmak, kendilerini ortaya koymak çabasına girerler. Kişilerarası iletişimde kahramanlık taslarlar. Başkalarının duygularını, düşüncelerini, çabalarını sömürürler. Kendilerini ideal biri zanneder, başkalarını aşağılarlar.
Nevrasteni
Bir psikonevroz durumu. Sinir zayıflığı anlamına gelen bu sözcüğü ilk olarak 1860 yılında Amerikalı doktor Beard kullanmıştır. Bu nedenle nevrasteniye «Beard hastalığı» da denir.
Hipokrates'ten beri bilinen bir dert olan ve gerek nedenleri, gerek belirtileri güç sınırlanıp tanımlanabilen sinir zayıflığına bulunan bu ad, geçen yüzyılın hekimleri tarafından kısa zamanda benimsenmiş, bugün nevrasteniye verilen anlamdan apayrı bir anlamda, yalnız sinirleri değil, sinirlere bağlı ruhsal durumları da içine alan bir dizi hastalık için kullanılmıştır.
Günümüzde modern nöropsikiyatri artık temeli psişik (ruhsal) ya da nöropsişik (sinirsel-ruhsal olan hastalıkları (paranoya, melankoli, manyak-depresif psikoz vBulletin.) ayrı bir sınıflandırma grubuna sokmaktadır. Bu nedenle 40-50 yıl öncesine varıncaya kadar pek çok kimseye nevrasteni teşhisi konulurken, bugün nevrastenik denilen hasta sayısı çok azalmıştır.
Nevrasteni bir psikonevroz durumudur, yani isteri gibi, hem sinirsel hem ruhsal yönü olan bir hastalıktır. İsteride ruhsal bozukluk, sinirsel bozukluğa oranla daha ağır basar. Ön planda aşırı ve çoğu zaman çelişkilere yol açan bir duygululuk, büyük bir duygu coşkunluğu, bilinçli ve bilinçsiz hastalık taklidi, başkalarını duygulandırıp acındırma isteği gelir. Nevrastenide ise sinirsel bozukluklar baskındır. Nevroza yol açan çeşitli işlevsel bozukluklar hastada gerçekten vardır. Hasta kendisine sıkıntı veren bu bozukluklarını bilinçsiz olarak abartsa bile tümünü uydurmamaktadır.
Psikonevrozun ruhsal plandaki belirtisi öznel, yani elle tutulur ölçülere vurulmayan acılardır. Sinirsel alanda ise psikonevrozlar ve vejetatif sinir sisteminin çalışmasındaki bozukluklar (nevrozlar) ve hormonsal aksaklıklardır. Sinir ve hormon sistemleri arasında pek ok ilişki vardır.
Nevrastenin oluşmasında etken olan pek çok sonradan edinilmiş koşul vardır. Bunların belli başlıları şunlardır: Uzun ve yıpratıcı hastalıklar, özellikle karaciğer hastalıkları; süreğen enfeksiyon hastalıkları (frengi, verem, sıtma vBulletin.); tütün, içkiye ve uyuşturucu maddelere düşkünlük; sindirim bozuklukları sindirim organlarının süreğen hastalıkları (gastrit, mide ülseri, kolit), süreğen apandisit, karaciğer sirozu ve başka karaciğer hastalıkları; mide düşüklüğü; bağırsak düşüklüğü; bağırsaklarda anormal mayalanma; beslenme hastalıkları; iç salgı bezlerinin rahatsızlıkları; sık sık gebe kalma; uzun süre meme verme; kötü beslenme koşulları altında meme verme; uzun süre aşırı cinsel ilişkide bulunma; fiziksel travmalar; özellikle kafatası üzerine düşmeler, çarpmalar; uzun süren bir ruhsal gerilim; aşırı ruhsal yorgunluk sonucu gelen ruhsal travmalar; ağır düş kırıklıkları: birden ve üstüste acıyla karşılaşma.
Bütün bunlar insanın sonradan karşılaşabileceği, edinilmiş koşullardır. Fakat bu etkenler her insanda değil, zaten nevrasteniye yatkın yapıda bir insanda etki gösterirler. Nevrasteniye yatkın yapı doğuştan olur ve çoğu zaman kalıtsaldır.
Doğuştan olan yani yapısal nevrasteninin tek ya da en önde gelen nedenini, kişinin yapısında aramak gerekir. Bu hastalık, vejetatif sinir sisteminin parasempatik kesiminde aşırı duygululuk olan kimselerde görülür.
Sonradan edinilen nevrasteni daha sık rastlanan, fakat çok ağır olmayan bir türdür. Kalıtsal ya da erken yaşta oluşmuş psikonevrotik yapılı kişilerde görülür.
Nevrasteninin belirtileri çok çeşitli ve karmaşıktır. Ruhsal belirtiler arasında en önemlileri çabuk zihin yorgunluğu (sabahları daha fazla belirlidir), zihin çalışmasını yoğunlaştıramama, unutkanlık, dikkatsizlik, aklına geldiği gibi konuşma ve davranma, aşırı duyarlık, aksilik, kendinde olmayan hastalıkları var sanmadır.
Sinirsel belirtiler daha çoktur. Hareket bozuklukları görülür. Eller hafifçe titrer. Yazı titrek ve güvensizdir. Dilde de titreme vardır. Hastanın her sözcüğü kolay anlaşılmaz. Gözkapakları da titrer. Duyularda da bozulma vardır. Sürekli olarak başı ağrır. Başta ağırlık vardır. Şakaklarda, omurgada, eklemlerde, kaslarda, özellikle bacaklarda ağrı duyulur. Bacaklardaki ağrı hastanın yürürken, hatta ayakta dururken çabuk yorulmasına yol açar. Baş dönmesi, uçuşan sinekler görme, kulak çınlaması, uğultu, kaşıntı, karıncalanma olur; hasta bu karıncalanma ve uyuşmayı felç başlangıcı sanarak korkar. Refleksler yapısal nevrastenide normalden daha güçlü, öteki türde daha zayıftır. Cinsel davranışta da değişiklik görülür. Genellikle karşı cinse ilgi söner. Kadında soğukluk, erkekte güçsüzlük görülür.
İç organlara ilişkin bozuklukların başında kalple ilgili bozukluklar gelir. Çarpıntı, ekstrasistol, kalp yöresinde ağrı çok görülen belirtilerdir. Kan damarlarının etkilenmesi sonucu, en ufak duygulanma, yüzden birden solma ya da kızarmaya yol açar. Boyunda ve göğüste kırmızı lekeler görülebilir. Sivri bir şeyle örneğin parmak ucuyla deriye bastırarak bir çizgi çizilirse, bunun kırmızı izi uzun süre kalır. Sindirim aygıtı da etkilenir. İştah aza lir. Sık sık mide bulantısı olur. Dil kuru ve yapışkandır. Sindirim uzun. güç ve zahmetlidir; çoğu zaman ağrılıdır. Kabızlık verir Bazen hastanın bir süre kabız, bir süre ishal olduğu görülür. Yemekten sonra mide yöresinde ağırlık duyulur. Hasta sık sık küçük aptesini etme isteği duyar; etmeye başlarken de zorluk çeker. Solunum aygıtı da etkilenir Ara sıra havasızlık ve boğulma sanısı duyulur.
Bütün bu ruhsal ve sinirsel bozukluklardan hastanın genel durumu etkilenir. Zayıflık, kansızlık, fiziksel güçsüzlük, tansiyon düşüklüğü nevrasteninin başlıca belirtileridir Bu belirtiler hastanın az yemesinin, kötü sindirimin, uykusuzluğun doğal sonuçlarıdır.
Doğuştan olan yani yapısal nevrasteni süreğen bir hastalıktır. Genellikle cinsel olgunlaşmanın hormonsal ve nöropsişik bir dengesiz lik yarattığı ergenlik döneminde ortaya çıkar ve ancak cinsel yaşamın gerilemesiyle 1 kadında menopoz, yani 45-50 yaş dolayları erkekte cinsel gücün son bulması) biraz hafifleyebilir. Bu da nevrastenide cinsel hormonların birinci derecede rol oynadığını gösterir.
Sonradan edinilen nevrasteni yapısal olan kadar ağır değildir. Daha kısa sürer. Genellikle ergin yaşta başlar. Tedaviye iyi cevap verir. Özellikle kendiliğinden ortaya çıkan durumlarda ve hastalığa sebep olmuş fiziksel ya da ruhsal nedenin ortadan kaldırılabıldıği durumlarda tedavi iyi sonuçlanır. Nevrastenik bir hastanın tedavisine girişen hekim, özellikle yapısal nevrastenide çok güç bir görev karşısındadır.
Her şeyden önce hastanın güvenini kazanmak gerekir; bunun için de hastanın sıkıcı ve tekdüze bir şekilde anlattığı ve çoğu kez gerçekte var olmayan dertlerini, ilgiyle, sıkılmadan dinlemek gerekir. Hekimin bunlara hastanın verilmesini istediği önemi vermesi gerekir. Hekim her zaman yardıma hazır olduğunu belli etmeli, sevgi göstermeli, hastanın en ufak bir rahatsızlığıyla ilgilenmelidir. Bunların kaynağını ve önemsizliğini hastaya açıklamaya çalışmalıdır. Ancak böyle bir güven sağlanabilirse tedavi umudu doğabilir. Bundan başka tedavi beslenme, ilaç ve fiziksel çabaya dayanan bir tedavi uygulanır.
Beslenme yeterince zengin olmalıdır. Özellikle proteinler ve fosforlu besinler (yumurta, et, balık, sebze, sütlüler vBulletin.) verilmeli, ancak bu arada hastanın kendine Özgü tercihlerini de dikkate almalı ve besinlerin kolay sindirilebilir elmasına dikkat etmelidir. Hemen her nevrasteni hastasının aynı zamanda sindirim bozukluğu çektiğini unutmamak gerekir. Alkolü yasaklamalı, yalnız yemek sırasında o da pek az olmak üzere içmesine izin vermelidir. Sessiz, sakin hastalara çay ve kahve verilebilirse de çabuk hiddetlenen, parlayan hastalara yasaklamak gerekir. Sigaraya gelince, yemeklerden sonra birkaç taneye izin verilebilir.
İlaçla tedavide hastalığın çeşitli belirtilerine ayrı ayrı ilaçlar verilir. Genel güçsüzlüğe karşı arsenik esaslı onarıcı ilaçlar, demir ve fosfor bileşikleri; kas ve sinir zayıflığına karşı tonikler, simpanin, stenamin; aşırı hareketliliğe karşı durulmayı sağlayan bromürler; yorgun ve yıpranmış beyin hücrelerini onarmak için fosfor ve B1 vitamini temeline dayanan ilaçlar; uykusuzluğa karşı uyku ilaçları, sindirimi kolaylaştırıcı maddeler, baş ağrısına karşı ağrı dindiriciler verilir.
Fiziksel tedaviye gelince. Aşırı güçsüzlükte soğuk duş ve soğuk banyo; aşırı hareketlilikte hastayı sakinleştirip uyku sağlamak için sıcak banyolar, kaslara, masaj uygulanır. Diyatermi ve çeşitli elektrik uygulamalarına başvurulur. Depresyona (çökkünlüğe) gidişte şok tedavisi uygulanabilir.
Hekim hastanın sağlık koşullarına uygun olarak yaşamasını sağlamalıdır. Hasta her zamanki uğraşılarını bırakıp iş çevresini değiştirmelidir. Elden gelirse hastayı havası temiz bir yere, şehir dışına göndermelidir. Gerek fiziksel, gerek ruhsal bir dinlenme, şehrin gürültüsünden uzak kalma, her çeşit duygulanmalardan, sıkıntılardan sıyrılma iyi sonuç verir. Hasta, kendisini üzmeyecek tersine neşelendirecek filmlere, tiyatro oyunlarına gidebilir.
Nevroz (Sinirce)
Ruhsal gerilimlerin bilinçsiz olarak dışa vurulması ile ortaya çıkan psikolojik bir bozukluk. Nevroz, psikoza göre daha tehlikelidir. Nevroz geçiren kişide, uykusuzluk, sinir gerginliği, kuşku, çökkünlük ve ağrı gibi sıkıntı veren belirtiler görülür. Ancak hastanın aklı başındadır; psikozda olduğu gibi gerçekle olan ilişkisini kaybetmez. Sık görülen bir nevroz türü olan isterinin, Freud tarafından bir kişilik bozukluğu olarak açıklanmasına kadar, nevrozların, sinir sistemi hastalıkları olgu sanılırdı.
Nevrozlara oldukça sık rastlanır. Hemen herkes yaşamının belirli bir döneminde nevroz belirtilerine benzer bir ruh halı içinde bulunur. Ancak bu durum oldukça hafif olduğundan bu kişilerin tam olarak nevroz geçirdikleri söylenemez. Fakat belirtiler bazı insanlarda daha yoğunlaşır ve nevroza yol açar.
Nevroz kişinin ruhsal gerilimini ve çelişkilerini dışa vurmasıdır. Hasta çoğu kez çelişkileri ve sorunları ile hastalığın belirtileri arasında bir ilişki kuramaz; hatta çelişkileri olduğunu bile fark etmeyebilir. Örneğin, gelişme çağında olan bir erkek çocuğun sık sık ellerini yıkamak gibi bir alışkanlık edindiği görülmüştür; çocuğun kendini suçlu hissettiği için ellerini çok sık yıkadığı anlaşılmıştır. Aynı şekilde orta yaşlı bir kadın kocasının ölümünden sonra, uykusuzluk çekmeye, anormal terlemeye ve kalp çarpıntısından yakınmaya başlamıştır. Bu orta yaşlı kadında evlilikleri sırasında kocasının kendisini aldatmasına çok kızdığını kabul edemediği için bu fiziksel belirtiler ortaya çıkmıştır.
Nevroz belirtileri, korku nevrozu, saplantı nevrozu ve isteri olmak üzere üç grupta toplanabilir. Korku nevrozunda korkunun kabuslar, ruhsal gerilim ve bitkinlik ile aşırı bir hal aldığı görülür. Korku nevrozu geçiren kimse genellikle dikkatini bir nokta üzerinde toplayamaz ve neden korktuğunu anlayamaz. Bu nedenle hastanın delirmekten korkması olağandır.
İsteri, fiziksel belirtilerin en çok görüldüğü, ancak gerçekte vücut işlevlerinin aksamadığı durumların tümüne denir. Örneğin fobiler (bazı şeylere karşı duyulan .mantıksız korkular) çok görülen isteri belirtileridir.
Saplantı nevrozu geçiren kimse belirli fikirlere saplanır; bunların etkisinden kurtulamaz, ya da kendini, kendisine bile ters gelen saldırgan bir tavır takınmaya zorlar. Böyle hareket etmesi ve konuşması gerektiğine inanır. Boş inanlı kişiler gibi, sürekli olarak kaldırımda çatlaklara basmamak ya da bahçe parmaklıklarına dokunmamak gibi birtakım şeyleri yapmaktan sakınır.
Nevroz nedenleri genellikle çocukluk yaşlarında meydana gelir. Nevrozlu anne ve babaların çocukları da nevrozlu olur. Ancak nevrozun kalıtsal olduğu yine de kesinlikle söylenemez. Büyük bir olasılıkla, nevrozlu anne ve babalar çocukları ile anlaşmakta güçlük çektikleri için onların ruhsal yönden sağlıklı gençler olarak yetişmelerine yardımcı olamamaktadırlar. Böylece nevroz kuşaktan kuşağa geçerek yayılır. Anne ve babanın kendinden emin olmamasının ya da aşırı baskı yapmasının çocukta aşırı korku ya da kaygıya yol açtığı Freud tarafından gösterilmiştir.
Kıskançlık, suçluluk hissi, anne ve baba sevgisinden yoksunluk ve çocuklukta geçirilen hastalıklar aşırı bir kaygının oluşmasına sebep olan nedenlerin başında gelir. Nevroz belirtileri bu aşırı kaygı sonucu gelişerek çocuklukta ya da daha ileri yaşlarda ortaya çıkar. Günümüzde nevrozların nasıl oluştuğu ve geliştiği ayrıntılı olarak bilinmektedir. Bugünkü bilginin kaynağı Freud'un bu konuda yaptığı açıklamalardır.
Nevrozun şiddeti duruma göre değişir. Nevroz herhangi bir güçlük ya da sorun sonucu meydana gelmişse, genellikle bu sorun çözülünce, nevroz belirtileri de tamamen ortadan kalkar. Ancak daha sonra karşılaşılan sorunlarla nevroz yineleyebilir. Nevroz belirtileri bazen belli bir neden olmadan azalır, ya da kaybolur. Ancak ağır nevroz vakalarında bu belirtiler genellikle süreğenleşir.
Yatıştırıcı ilaçlar nevroz belirtilerinin tedavisinde genellikle iyi sonuç verir. Nevroza sebep olan nedenler, kişinin duygusal çelişkilerine daha gerçek bir çözüm yolu bulunmasını sağlayan psikoterapi ile açığa çıkabilir. Kısa süren psikoterapi ya da grup halinde yapılan psikoterapiler olumlu sonuçlar alınmasına yardımcı olur. Psikoanaliz gerçek nedenin bulunmasında en etkili yöntemdir.