A dan Z ye Psikolojik sorunlar 4

Halüsinasyon (Sanrı)

Gerçekte bulunmayanı algılama hastalığı. Halüsinasyon, bir çıldırı (psikoz) belirtisidir ve algı yetisi bozukluğudur. Bilindiği gibi algı, duyu organları aracılığıyla çevrenin kavranmasıdır. Duyu organları ve merkezleri sağlam olduğu halde ortaya çıkan algı bozuklukları ruhsal (psişik) yapılıdır. Ruhsal kaynaklı üç türlü algı bozukluğu vardır: 1. Yanılsama, 2. Halüsinasyonca, 3. Halüsinasyon.

Yanılsama, var bulunan bir nesneyi yanlış algılamaktır. Örneğin bir tavuğu canavar olarak görmek yanılsama, oysa ortada bir tavuğun bile bulunmadığı bir durumda hiç yoktan canavar görmek bir halüsinasyondur. Daha acık bir deyişle yanılsamada yanılsamaya neden olan bir uyarıcı vardır, halüsinasyondaysa ortada hiçbir şey yoktur. Karanlık, şiş gibi kimi fiziksel olaylar da yanılsama yapabilirler. Yanılsamalar duysal, hareketsel olabilirler. Çoğunlukla görme ve işitme yanılsamalarına rastlanır. Özellikle paranoyaklarda ve alkol çıldırılarında görülür; sokaktan gelen sesler hastaya küfür gibi gelir, çevresindeki nesneleri akrep ve yılan gibi görür.

Halüsinasyonca, sarından farklı olarak, hastanın gördüklerine inanmaması ve onların hastalıksal (patolojik) niteliğini bilmesidir. Hasta gördüklerinin varlığı üstünde direnmez, bunların yanlış algılaması olduğunu bilir, kendine öyle geldiğini söyler. Yalancı halüsinasyonlar ve uyuklama, halüsinasyonları sarınca niteliğindedir. Halüsinasyoncalar pityatiklerde ve çok yorgun kimselerde görülebilir.

Halüsinasyon, nesnesiz algı olarak tanımlanır, başlıca üç biçimi vardır:

1. Duyumsal halüsinasyonlar beş duyu organına özgü halüsinasyonlardır. Bunlardan en sık rastlananı görme halüsinasyonları 'dır, varbulunmayanı görme biçiminde belirirler. Olmayan ama olabilecek şeyler görülebildiği gibi asla olamayacak şeyler de görülebilir. Görme halüsinasyonları özellikle alkol psikozlarında, çırpınmak sabuklamalarda başgösterir. Pek çok korkunç şeylerin yanında küçücük cüceler de görülebilir ki buna cüce halüsinasyonları denir. şizofreninin paranoid biçiminde, parafrenide, afyon ve esrar gibi toksik maddeler kullanımında görme halüsinasyonlarına rastlanır.

Halüsinasyonların ikinci duyumsal biçimi işitme halüsinasyonlarıdır ki varbulunmayan (mevcut olmayan) sesleri duymak içinde belirir, kimi kez bir ve kimi kez iki kulakla algılanır. Çıldırı hastalıklarının pek çoğunda rastlanan bu halüsinasyonlar, hastanın kulağına gelen sesler ve fısıltılar biçiminde belirir. Şizofrenikler işittikleri sözlere yanıt da verirler. Kimi sesler kulakla işitilmez, hasta bunu kafasının içinde duyar, böylesine halüsinasyonlara ruhsal halüsinasyon denir. Kimi sesler de hastanın içinden, vücudunun çeşitli yerlerinden gelir, bu seslere de karın sesleri denir.

Kimi çıldırı (psikoz) hastaları düşüncelerinin çalındığını ve kulaklarına sürekli olarak yinelendiğini ileri sürerler. İşitme halüsinasyonlarının bu biçimlerine düşünce hırsızlığı ve düşünce yankısı denir. Duyumsal halüsinasyonların üçüncü biçimi tat halüsinasyonlarıdır. Bunlar çoğunlukla hezeyan (hezeyanlarla ilgilidir. Şizofreninin paranoid biçiminde, parafrenide, melankolide görülen tat halüsinasyonlarında hastalar kimi kez çok güzel tatlar algıladıkları gibi kimi kez de zehir tadı aldıklarından yakınırlar, ekşi-acı ve yakıcı bir tat aldıklarını söylerler. Koku halüsinasyonları da tat halüsinasyonları gibi kimi kez güzel, kimi kez de pis kokular duymakla belirir. Koku halüsinasyonları da sabuklamalarla birliktedir. Uzun süre esrar ve eroin kullananlarda koku azaltını ya da koku yitimi de görülebilir.

Özellikle alkoliklerde ve kokainmanlarda rastlanan dokunma halüsinasyonları deri üstünde yanma, batma, karıncalanma gibi öznel duyumlarla belirir. Hastalar derilerinin altında dolaştığını sandıkları karınca ve böcekleri çıkarmak için derilerini parçalayabilirler. Dokunma sanrıları cinsel bölgelerde ve cinsellik sabuklamalarıyla birlikte de belirebilir. Bu hayvansal halüsinasyonların bir biçimi de hastanın içine şeytan girdiğini sanmasıdır.

Yukarda da değindiğimiz gibi görme halüsinasyonlarında görülen devlere dendiği gibi Gulliver'in ünlü serüvenlerini andırdığından de denir. Bu halüsinasyonlar çoğunlukla korkutucu olduğundan adıyla da anılırlar. Duyumlara bağlı bütün bu halüsinasyonlar yalın halüsinasyonlar olabildikleri gibi karmaşık halüsinasyonlar de olabilir.

2. Hareketsel halüsinasyonlar, hastaların vücutlarının bir bölümünü ya da tümünü deviniyormuş (hareket ediyormuş) gibi sanmalarıyla belirir. Kaslardan ve eklemlerden tuhaf duygular algılanır, vücudun durumu her an değişiyormuş gibi olur, kimi parafreni hastaları göklere uçtuklarını söylerler.

3. Organ-duyusal halüsinasyonlar özellikle paranoyada, parafrenide, şizofrenide sıklıkla görülür. Hastalar beden içi ergenlerinde ağrılar, yanmalar, sıkılmalar duyarlar. Kendilerini sevmeyenlerin ya da düşmanlarının iç organlarını bozduklarından yakınırlar. Kimi şizofrenikler kendi içlerini görürler ya da kendilerini karşılarında görürler, buna denir.

Yukarda da değindiğimiz gibi sadece düşüncede kalan ve duyu ergenlerine yansımayan halüsinasyonlara ruhsal halüsinasyonlar denir. Bunlar sözlü ruhsal halüsinasyon ve hareketsel ruhsal halüsinasyon biçimlerinde olur. Görmeyle ilgili olanlarına görsel ruhsal halüsinasyon, işitme ye konuşmayla ilgili olanlarına konuşmalı ve işitmeli ruhsal halüsinasyon denir. Ruhsal halüsinasyonlara tutulan kimi hastalar ya kendi düşüncelerinin başkalarına ya da başkalarının düşüncelerinin kendilerine aktarıldığını savlarlar. Kimi hastalar da düşüncelerini kendilerine anlatırlar, bunun çok aşırısı da olur. Sözlü ve hareketli ruhsal halüsinasyonlar iç konuşma halüsinasyonlarıdır. Kimi hastalar dudakları kıpırdamadığı halde iç seslerini konuşuyormuş gibi algıladıklarını savlarlar ki buna da denir.

Düşe benzeyen düşsel halüsinasyonlar da vardır. Fransız düşünürü Hyppolite Taine gerçek algılara da doğru halüsinasyon adını verir ve böylelikle nesnel gerçekliği yadsıdığını, gerçeğin bir sanrıdan ibaret olduğunu savlamak ister. Günümüze kadar sürüp gelmiş olan düşünceciliğe (idealizme) göre tüm evren halüsinasyondur. Kimi ruhbilimciler varolanı (mevcut bulunanı) algılayamama hastalığına olumsuz halüsinasyon adını vermişlerdir.


Hastalık Hastalığı

Hipokondriasis, bedende bir bozukluğu olmadığı halde devamlı hastalık endişeleri ve çeşitli bedeni şikayetlerle kendini gösteren rahatsızlıktır. Bu kişiler hastalık hastası olarak bilinirler.

Hipokondriasis’de temelde yatan bozukluk, anksiyete ve kaygıdır. Bunların kaynağı kişinin ilişkilerine, hayat şartlarına bağlıdır. Ancak bu sıkıntılar bedene aktarılmış ve bedeni hastalık uğraşlarına dönüştürülmüştür. Genç yaşlarda başlamakla birlikte 40-60 arasında daha sık görülür. Kadında ve erkekte aynı orandadır.

BELİRTİLERİ

Hipokondriaklar, sağlıkları konusunda sürekli endişelidirler. Her dakika kendilerini dinler, en ufak bir pürüz çıktığında paniğe kapılırlar. Vücutlarından gelen her türlü sinyali büyük bir dikkatle izlerler.

Kendilerini dinlemeye o kadar alışmışlardır ki sonunda başkalarına kulak veremeyecek hale gelirler. Dış dünyayla ve çevresindekilerle ilişkileri hepten kopabilir. İster hayali, ister gerçek olsun, hastalıkları hayatlarının en önemli ve tek konusudur.

Bütün hayatları, hastalıklar ve belirtileri üzerine kurulduğundan ve her an ölüm korkusu içinde yaşadıklarından, hem kendilerine hem de yakınlarına hayatı zehir ederler. Meseleleri yalnızca hastalıktır, daha doğrusu belirtilerdir. İşte bu yüzden onların yakın çevresinde olmak, aynı ailede bulunmak zaman zaman dayanılmaz olabilir. Bir hipokondriakla yaşamak insanı çok yorar. Bu gibi kimseler kendilerini hiçbir doktorun anlayamadığından yakınıp dururlar.

Göğüste bir kas ağrısı duysalar hemen kalp hastası olduklarını düşünürler. Tıp kitaplarına merak salar, ilaç tanıtma yazılarını incelerler. Kullandıkları her ilaç yan etki yapar ve kendisini daha kötü hisseder.

Doktorun muayenehanesine gelişleri de ilginçtir. Ellerinde bir tomar reçete, büyük bir torba ilaç bulunur. Doktordan çıkarken kısa bir süre rahatlayabilir, ancak en küçük bir şikayeti olduğunda ciddi hastalık endişeleriyle hemen yine doktora koşarlar. Böyle bir hasta “Şimdiye kadar tahlil, film ve doktorlara harcadığım parayla servet sahibi olmuştum” diyordu. Bir başkası ise evini satmış, sağlık masraflarına harcamıştı.


HANGİ HASTALIKLARA TAKARLAR?

Hipokondriakların en korktukları ve kendilerine yakıştırdıkları hastalık, kanserdir. Ancak belli bir tip veya belli bir kanser türü değildir. Hastalık hastası vücutlarının her tarafını tümörlerin kapladığını düşünüp endişe eder.

İkinci sırada kalp ve damar hastalıkları gelir. Kalp çarpıntısı, soluk alamamak, göğsün sol tarafında hissedilen sancılar hemen kalp hastalığına yorulur. Göğüs ağrıları gerçek kalp hastalarında yorulma ile artarken onlarda azalır. AIDS, hipokondriakların korktukları hastalıklar arasında üçüncü sıradadır.

NASIL TANINIRLAR?

Çok sağlıklı görünen bazı insanlar bile, çok garip sebeplerle hastalık hastası olabilirler. Ancak sağlığına dikkat eden insanla, hipokondriakı karıştırmamak gerekir. Arada büyük fark vardır. Hastalık hastaları, küçük birer ağrı veya vücutlarındaki farklı tepkileri büyük bir hastalık veya sebebi henüz bilinmeyen çeşitli rahatsızlıkların ilk belirtileri olarak görürler.

İnsan vücudu özellikle geceleri çeşitli değişikliklere sahne olabilir. Ağrılar, kramplar, çarpıntı meydana gelebilir. Bunların hiçbir anormal sebebi yoktur. Belirtiler ortaya çıkıp, şikâyetler devamlı olduğu zaman bir doktora görünmekte fayda vardır.

Hastalıklar hakkında bilgi edinmek, televizyonda veya gazetelerde sağlık köşelerini takip etmek, oralardan rahatsızlıklarla ilgili bilgiler almak yararlıdır. Ancak yazılan hastalıkları bir kişi kendinde arıyorsa, tehlike sinyalleri çalıyor demektir. Hastalık hastalarının tek derdi, gelecekteki hastalığıdır. Veya hissettiğini sandığı hastalık belirtilerini hangi hastalığa yorması gerektiğidir.


Histeri (İsteri)

Yunanca isteros (dölyatağı) sözcüğünden türeyen isteri kavramı, eski çağlarda kadınların cinsel isteklerinin karşılanmamasının sonucu olarak değerlendirilirdi. Çağdaş tıp ise isteriyi kişinin karakterinde ve davranışlarında anormalliklere yol açan bir psikonevroz olarak tanımlamakta ve nedenini sinir sisteminin çok çeşitli işlevsel bozukluklarına bağlamaktadır.

İsteriyi ilk olarak inceleyen Fransız hekimi Charcot, bu hastalığa çok geniş bir kapsam tanımış, daha sonraları Babinski isteriyi telkinle ortaya çıkan karmaşık olaylara bağlamıştır. Psikanalizin kurucusu Freud ise isteriyi ahlak kurallarının baskı altında tuttuğu cinsel isteğin, kişinin sinirsel ve ruhsal yapısındaki tepkisi olarak değerlendirmiştir. Freud'un görüşü isteri olaylarının büyük bir bölümünü açıklıyabilmekle birlikte, bombardımanlar, kazalar, ekonomik sıkıntılar sırasında karşılaşılan isteri olaylarını açıklamada yetersiz kalmaktadır.

Freud'un çalışma arkadaşı Adler, bu yetersizliği gidermek için isterinin baskı altında tutulan cinsel isteğin değil, baskı altında tutulan iktidar hırsının tepkisi olduğunu ileri sürmüştür. Psikanalizcilerin de ileri sürdüğü gibi isteriye yol açan temel bozukluğun organik olmayıp, ruhsal yapıdaki işlevsel bozukluklara dayandığı doğrudur. İsterinin belirtileri 13-15 yaşları arasında, yani ergenlik çağında ortaya çıkar. Ergenlik çağından uzaklaşıldıkça hastalığın belirmesi olasılığı azalır; 4050 yaşlarından sonra hiç görülmez. Kadınlarda, erkeklerden çok daha yaygındır.

Hastalığın ruhsal belirtilerinin başında heyecan ve üzüntüye aşırı yatkınlık gelir. Ayrıca duygusal davranışlarda büyük bir tutarsızlık vardır. Hasta büyük bir kolaylıkla sevinçten üzüntüye, durgunluktan hiddete, hareketten hareketsizliğe yönelebilir. Çok konuşur ve çok kolay karar değiştirir. Ruhsal belirtilerin bir tanesi de bencilliktir. Hasta kendi isteklerini yerine getirebilmek için, başkalarının çok önemli çıkarlarının zarar görmesini önemsemez. Bencillik giderek kendini büyük görmeye dönüşür.

İsterik kadınların aşırı cinsel tutkuları olduğu yolundaki yaygın kanı doğru değildir. Hastalarda cinsel sorunun önem taşıması mümkün olmakla birlikte, cinsel sorun payının hiç de önemli olmadığı olaylar çoğunluktadır.

İsterinin fiziksel belirtilerinin başında bayılma olayı gelir. Kaslar, inmede olduğu gibi hareket güçlerini yitirirler ya da toplu olarak kasılırlar. Bayılma, birden ve süratle gerçekleşir. Süresi hastadan hastaya değişir. Sinir sistemindeki işlevsel bozukluğun bir sonucu olarak hastanın kimi hareketleri yapması zorlaşır. Örneğin bacak kasları hareketsizleştiğinden, hasta ayakta duramaz ya da yürüyemez; fakat yatağa yatınca bacaklarını istediği yönde hareket ettirebilir.

İsteri duyu organlarını da etkiler. Görme duyusu etkilenmişse, görme yeteneği azalır, renkler seçilmez, nesneler çift ya da daha fazla görülür, görme alanı daralır. Duyma duyusu etkilenmişse, duyma yeteneği azalır ya da hiç kalmaz. Koklama duyusu etkilenmişse koklama yeteneği azalır ya da hiç kalmaz. Tat alma duyusu azalmışsa dil ve damak mukozası tat almaz olur.

İsteride hastanın derisi de duyarlığını yitirir. Bu yitirme bütün vücutta olabileceği gibi, vücudun sadece bir bölümünde de olabilir. Derinin duyarlığının azalması yüzeysel değilse, hasta iğne batırma, bıçakla yara açma gibi eylemlerin acısını algılayamaz.

İştahsızlık, baş ağrısı, mide kasılmaları, ses kısılması, öksürük, hızlı kalp çarpması, cinsel isteğin artması ya da azalması, bol tükürük salgılanması, sidiğin artması ya da azalması isterinin başka belirtileridir, içerik ana babadan doğan çocukların gözetim altında bulundurulmaları, ileride bunların da isterik olmalarını önleyebilir. Özellikle ergenlik döneminde, bu dönemin sarsıntısız olarak geçirilmesini sağlamak için alınacak tedbirler, bu çocukların isteriye tutulmaları olasılığını ortadan kaldırır.

İsterinin tedavisinde hastanın bulunduğu ortamdan uzaklaştırılması baş vurulacak, ilk tedbirdir. İsteri ruhsal yoldan tedavi edilir. Hastayı sinir sisteminde anatomik bir bozukluk olmadığına, hastalığın ruhsal yapıdaki işlevsel bir bozukluğa dayandığına inandırmak ve hekime yardımcı olmasını sağlamak gerekir. Freud bu hastalıkla ilgili olarak yaptığı çalışmalar sonunda psikanaliz kuramının ilkelerini saptamıştır. Ayrıca soğuk ve sıcak duş, soğuk veya sıcak kompres, ağrıların geçirilmesi için elektrik tedavisi de yararlı olmaktadır. Sinir sistemini yatıştırıcı ilaçlar (bromürler, barbitüratlar vBulletin.) ile sinir sistemini güçlendirici ilaçlar (fosfor ve B1 vitamini içeren ilaçlar) da yararlıdır.

Histerik Kişilik

Karakter zırhının en az olduğu ve en fazla labarite gösterdiğini ifade etmiştir. Seksüel ve tahrik edici davranışları vardır. Beden hareketleri yumuşaktır. Kolay heyecanlanır. Korkma, telkine yatkınlık, cilveli davranışlar, hayal kırıklığına yatkınlık, duygusal fonlarda sürekli değişir ve bu kişiler hafif kadın, kolay kadın tipi vardır. Erkeklerde histerik vardır ama kadınlarda daha çok görülür. Rich’e göre histerik kişinin zırhı, önemli bir savunma fonksiyonu görür. Temelde histerik kişi, kendi genital impluslarından korkarlar.

Bu impluslar dıştan gelen uyarıcı tarafından uyarılır ve kişi için tehlike haline gelir ve onu korkutur. Histerik kişinin tahrik edici davranışı gerçekte tehlikeli uyaranı ortadan kaldırır, önler. Örnek; histerik özelliğe sahip bir kadın erkeği uyarır, tahrik eder. Erkek bunu kabul ettiğinde, erkeği reddeder. Kendi impluslarından kendini korumuş oluyor.

Histerik kişiler iyi siblümasyon yapamazlar ve entellektüel başarıya motive değildirler (zekayı gerektiren olaylarda iyi değildir, bu kişiler genellikle bastırma, inkar, sembolleştirmeyi kullanıyorlar). Bu kişiler o derece endişeli olurlar ki, zamanlarının büyük bir kısmını ve enerjilerini, tehlikeli durum ve insanlardan korunmaya harcarlar.


Histrionik Kişilik Bozukluğu

Temel nitelik aşırı duygusallık, dikkat çekme ve ilgi odağı olma ihtiyacıdır. Duygu hallerini abartılı ve coşkulu biçimde dışarı yansıtırlar. Çekicilikle aşırı ilgilidirler. Duygulanımları yüzeyel olup çabuk değişir. Gereksiz yere üzülüp hıçkıra hıçkıra ağlarken, bir yakınının ölümüne ilgisiz kalabilirler.

Bu tip insan kendini dünyanın merkezi sanır. Bütün davranışlarında benmerkezci bir menfaat sözkonusudur. Davranışlarını denetlemeyi, engellemeyi, ertelemeyi beceremezler. Sürekli olarak ilgi çekmek, beğenilmek, desteklenmek, övülmek isterler.

Konuşmaları şekil bakımından duygusuz ve monoton, muhteva bakımından kuru ve yavandır. Özellikle duygularını anlatacak, aktaracak kelime hazineleri yetersizdir. Sözlü sözsüz bütün davranışlarının altında ilgi çekme çabası olduğundan, başkalarıyla sağlıklı, devamlı iletişim kuramazlar.


Kalabalık Deneyimi

Kalabalık deneyimi (crowding), belirli bir mekânda istenen, beklenen veya uygun bulunandan daha fazla sayıda insanla birlikte bulunmanın yarattığı psikolojik bir gerilim durumu olarak tanımlanabilir (ve bu anlamda yığılma veya yığılma duygusu sözcükleriyle karşılanabilir).

Kalabalık yaşantısı, yoğunlukla ilgili olmakla birlikte, aynı şey değildir; zira daha ziyade fiziksel bir terim olan ve belirli bir alanın büyüklüğüne oranla bu alanda bulunan kişilerin sayısına göre tanımlanan yoğunluktan (density) farklı olarak sübjektif değerlere göre ortaya çıkar. Duruma ilişkin olumsuz duyguların yanı sıra, durumla başa çıkmaya yönelik psikolojik tepkileri ve bunların psikolojik sonuçlarını içerir.

Yığılma bireyin kendi ölçülerine göre fazla sayıda kişiyle birlikte bulunmanın yol açtığı strese dayanan olumsuz bir duygudur. Bu duygunun ortaya çıkmasında çeşitli faktörler rol oynamaktadır (Stokols, 1978): Bulunulan yer üzerinde kontrol eksikliği algısı, istenen şekilde hareket etme olanaksızlığına bağlı güvensizlik duygusu, vBulletin. Bu açıdan bakıldığında kalabalık deneyimi, bazen bir özgürlük kaybı duygusu (Stockdale), bazen da bir şeylerin işgali veya kaplayıcı mevcudiyeti, rahatsız edici buradalığı, bazen da bir güvensizlik duygusu olarak belirmektedir.

Çevre psikologları kalabalık deneyiminin ortaya çıkmasını açıklamak üzere çeşitli modeller Öne sürmüşlerdir: Aşırı uyarılma modeli, çevrenin aşırı yüklü olmasını temel almaktadır; kontrol modeli, çevre üzerinde kontrol eksikliğine bağlı güçsüzlük veya acizlik duygusunu vurgulamaktadır; ekolojik model, mekân tipi, bu mekândaki kişi sayısı ve bu mekânda oynanması öngörülen sosyal roller arası ilişkilerden hareketle yığılmayı analiz etmektedir.


Kardeş Kıskançlığı

Kıskançlığın temel nedeni güvensizliktir. Kardeş kıskançlığında aşırılık varsa bu ailede sorunlar vardır. Çocuğa yeni gelen kardeşin bakıma ihtiyacı olduğu, kendisinin de onun gibi bakıldığının anlatılması gerekir. Kardeşlerinin gelmesiyle onun daha yükseğe çıktığı hissettirilmelidir. Bunun evrensel olduğunu bilmelidir. Bakıma yardım etmelidir. Büyük çocuğa genelde onu sevdiğimizi söylemeliyiz. Ufak çocuğa bir şeyler alındıysa, büyüğe de alınmalıdır. Kardeş kıskançlığı davranış bozukluğuna neden olur. Altına yapma, parmak emme, tırnak yeme vBulletin.. Bunlar olduğunda fazla ilgi göstermek pekiştirir.

Kusursuz anne-baba tutumu yoktur. Çocukların bozulması için üst üste bozuklukların gelmesi gerekir. Hatalı olduklarında anne-baba özür dilemelidir. Bu onların saygınlığını arttırır. Ama bizden özür dile denmemelidir. Babayla sorun varsa anne çocuğa uygun bir şekilde, özür dilemesini sakin bir şekilde anlatmalıdır. Anne-baba çocuktan büyük ve tecrübelidir. Çocuk, ilkokula kadar anne-babanın harika olduğunu düşünürken, ergenlikte işe yaramaz olduklarını düşünmeye başlar. Daha sonra onları anlamaya çalışır.

Çocuklara da akıl sorulmalıdır. Böylece o da güvenip yaptıklarını anlatır, zorlanmaz. Anne-baba ayrılığı, uzun süreli ayrılıklar, hastalıklar, ayrı kalmalar, kötü davranma vBulletin.. şeyler sarsıcı yaşantılara girer. Özellikle kimlik kazanma zamanında, bunlar hayatında iz bırakır. Sosyo-ekonomik düzeydeki aksaklıklar, beslenme, yabancılaşma vBulletin.. toplumsal etmenler çocuğun bozuk davranmasına neden olabilir. Toplumun gereksinmelerini karşılamaya çalışırken, insanın kendine yabancılaşması uyumsuzluklara neden olur.


Kıskançlık

Bir başkasının üstünlüğüne ya da etkisine dayanamama. Kıskançlık ruhsal bir olaydır, imrenmeden farklıdır. Törebilimciler kıskançlığı kötülük sayarlar. Fransız asıllı İngiliz hekimi Bernard de Mandeville (1670-1730), The Fable of the Bees (Arıların masalı. 1705) adlı ünlü yapıtında onun toplumsal gelişmeyi gerçekleştiren itici bir güç olduğunu savunmuştur. Osmanlı törebilimcisi Kınalızade Ali (1510-1572) kıskançlığı "bilgisizlikle tamahkarlığın toplamından meydana gelir" diye tanımlamaktadır.

Kıskançlık insansal bir duygudur, acı veren bir heyecan olarak tanımlanır. Başkalarıyla da ilgili olduğundan toplumsal yapılı sayılmıştır. Örneğin Profesör Norman L. Munn Psikoloji adlı yapıtında şöyle der: "Kıskançlık ancak toplumsal durumlarda meydana gelebildiğinden belli bir toplumsal algı oluşmadıkça kıskançlık görülmez. Küçük çocuklarda kıskançlığın doğması eve yeni bir çocuğun katılması nedenine dayanır. Yeni çocuğa annenin gösterdiği ilgi özellikle kıskançlığı körükler. Çoğunlukla büyük çocuk küçüğüne saldırır, hatta onu sakatlar. Çocuklar yemek yememek ve yataklarını ıslatmak yoluyla da kıskançlıklarını dile getirirler. Çocuk büyüdükçe kıskançlığı dile getirme biçimleri değişir. Ama somurtmak, doğrudan doğruya ya da sözle çatmak her yaşta sürüp gider".

Fransız ruhbilimcisi Theodule Ribot, Duygular Ruhbilimi adlı yapıtında şöyle demektedir: "Birçok ruhbilimciler kıskançlığı hayvanlarla pek küçük çocuklarda gördükleri için ilkel bir heyecan sanmışlardır. Oysa bunlar kıskançlığın turfandalarından başka bir şey değildir. Çağdaşlarımızdan biri de kıskançlığa durgun bir boş kafalılıktan atılgan bir öfkeye giden hastalıksal bir korkudur demekle onu tanımladığını kuruntulamıştır.

Bence Descartes'ın tanımı hepsinden daha doğrudur: Kıskançlık, korunmak ve sürdürülmek istenen dileğe bağlı bir çeşit korkudur. Kıskançlık, duygular ruhbiliminde başlıbaşına incelenmeye değer bir konudur, ben burada sadece en yalın biçimlerinden deliliğe ve adam öldürmeye kadar varan derecelerini değil, birleşimine dokunmakla yetineceğim. Kıskançlık çözümlenirse üç öğeden oluştuğu görülür:

1. Sahibolunmuş ya da arzu edilmiş bir iyiliğin hayalini içeren çekici bir haz öğesi,
 
2. Elden kaçırmak ve yoksun kalmak düşüncesi (Aşığın sevgilisine, istenmeyen bir nişanlının mutlu rakibine ve başarısızların başarılılara karşı sahiboldukları düşünceler gibi) ki burada etkin öğe ezici bir kederdir,
 
3. Elden kaçırma ya da yoksunluğun gerçek ya da kuruntusal nedenlerini düşünmekten doğan kızgınlık ve kin. Kıskançlığın atılgan olmayan durgun biçimlerinde bu üçüncü öğe pek güçsüzdür. Özetle kıskançlık üç öğeden meydana gelen bir üçgendir".


Kompleks (Karmaşa)

Ruhsal kaynaklı sinir hastalığı yapan anı, duygu ve düşüncelerin tümü. Genellikle Dr. Sigmund Freud ve onun izleyicileri olan psikanalistlerince (psikanalizcilerce) kullanılmıştır. Freudculuğa göre karmaşa, çocukluk döneminde kazanılmış ve genellikle ahlaksal kaygılarla bilinçdışına itilip baskı altına alınmış bir düşünce dizgesidir. Birçok çelişik duyguların karmaşığıdır. Bu duygular birbirleriyle bağımlıdırlar, birisi bilince çıkınca ötekileri de çeker ve bilince çıkarır. Nevroz hastalığı bu duyguların ve düşüncelerin baskıya alınmalarının ürünüdür.

Örneğin Oedipus karmaşası Freud tarafından ortaya atılan kız çocukların babaları ve erkek çocukların anneleriyle cinsel ilişki kurma isteklerim ve bundan ötürü de kendi cinslerinden -olan büyükleriyle yarışmalarını (rekabet etmelerini) dile getirir. Ama çocukların baskıya alınma bu duygularında Freud'a göre, temeli cinsel olan çeşitli karşıt istekler vardır. Bu istekler birbirleriyle bilinçdışı bölgede çatışırlar. Bu çelişik istekler arasında temel çatışma, cinsel itilimlerle toplumsal baskılar arasında olur. Kaynağı çocuklukta bulunan bu kompleks, kimi insanlarda delilik meydana getirebilir.

Oedipus kompleksi deyimi ilkin her cins çocuğun karşı cinsten ana-babasına cinsel bağlılığını dile getirirken daha sonra sadece erkek çocuğun anasına duyduğu cinsel bağlılığı dile-getirmek için kullanılmaya başlamıştır. Kız çocuğun babasına duyduğu cinsel bağlılığa da Elektra kompleksi denmiştir. Her iki ad da (Oedipus ve Elektra) Yunan mitolojisinden alınmıştır, birincisi anasıyla evlenen kralın ve ikincisi anasının öldürttüğü 'babasının öcünü alan kral kızının adıdır. Fransızların Ödip dediği Oedipus ya da Oidipus Thebai kralı Laiosla kraliçe İokaste'nın oğludur.


Oidipus doğduğu zaman bir kahin bu çocuğun babasını öldürüp anasıyla evleneceğini bildirmiş. Babası kral Laios da onu Khithairon dağına attırmış. Ne var ki antikçağ Yunanlılarının ünlü kader inancı, kaderden kaçınılmayacağını bu olayda da tanıtlamış. Korinthos kralı Polybos tarafından bulunup büyütülen Oidipus bir yolcuyla kavga edip onu öldürmüş, meğer bu yolcu babası Laios'muş. Oidipus'un yolu Thebai'ya düşmüş, Sfenks gelip geçenlere bilmeceler sanıyormuş, Oidipus kendisine sorulanları bilince Sfenks ölmüş. Thebai'liler de onu tutup kendilerine kral yapmışlar ve dul kraliçe İokaste'yle evlendirmişler. Böylece kehanet gerçekleşmiş, Oidipus babasını öldürdüğü gibi anasıyla da evlenmiş. Gerçeği öğrenen İokaste kendini asmış, Oidipus da kendi elleriyle gözlerine mil çekmiş.

Ünlü trajedi kahramanları Eteokles, Polyneikes. Antigone ve İsmene bu ana-oğul birleşmesinden doğma çocuklardır. Oidipus taht kavgasına düşüp kendisini Thebai'den kovan oğullarına ilenmesiyle de ünlüdür. Trajedya yazan Sophokles'e göre Thebai kentinin 'başına gelenler bu ilenme (lanetleme) yüzündendir. Sadece kızı Antigone'den vardım gören ve onunla birlikte Attika'nın Kolonos iline giden Oidipus orada ölmüş. Önceleri Freud’un öğrencisi olan bireysel ruhbilimin kurucusu Alfred Adler de aşağılık karmaşası adını verdiği bir karmaşa üstüne dayalı yeni bir ruhsal çözümleme (psikanaliz) geliştirmiştir.

Adler'e göre insanlık evriminin güdücüsü (itici gücü) aşağılık duygusudur, insan, yaşadığı sürece her an Özvarlığını değerlendirmek ve aşmak isteğiyle davranır. Haz duygusu, gerçekte, üstün olma tutkusunun giderilmesinden başka bir şey değildir. Üstünlük tutkusunu yaratan da aşağılık duygusudur. Bu duygu, insanı üstünlüğe doğru iter ve geliştirir. Adler'e göre, "İnsanlık tarihi, aşağılık duygusunu gidermek için yapılan davranışların tarihidir". İnsanın davranışlarını belirleyen Freud’un sandığı gibi haz isteği değil, gerçekte onun da nedeni bulunan üstün olma isteği'dir. Aşağılık duygusu, soydan gelen organ yetersizliklerinden doğar.

Bu kuramın da bütün metafizik kuramlar gibi, örneğin Freudculuk gibi, büyük yanılgısı tekyanlı oluşu ve yersiz genellemelere varışıdır. Kimi insanların ruhsal yaşamlarında aşağılık duygusunun da elbette rolü vardır, ne var ki insanlık tarihi hiçbir zaman aşağılık duygusunu gidermek için yapılan davranışların tarihi değildir. Ruhbilimde aşağılık duygusu ve aşağılık karmaşası ayrı terimlerle dile getirilmekte ve birincisi benliğin yetersiz görülmesi, ikincisi organ yetersizliğinden ötürü baskıya alınmış değer eksikliği duygusu olarak tanımlanmaktadır. Freudcu psikanalizde de çocuğun Oedipus karmaşası sonucu gerçeklere uyamaması aşağılık karmaşası deyimiyle dile getirilir. Freud’un bir başka öğrencisi Dr. Jung da bu terimi özel bir anlamda kullanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder